|

Savaş filmleri tarihinde kolay aşılamaz bir zirve

Francis Ford Coppola'nın 1979 tarihinde “Bu, Vietnam savaşı'nı anlatan bir film değil, Vietnam Savaşı'nın ta kendisidir” diyerek sinemaseverlere armağan ettiği “Kıyamet”, yapımından 29 yıl sonra, 50 dakika uzatılmış ve restore edilmiş “Redux” versiyonuyla yeniden gösterimde... “Kıyamet”in Türkiye'deki ilk sinema gösterimini yakalayamamış olan genç kuşak sinemaseverler, entelektüel birikim, zekâ, emek ve sermayenin beyazperde tarihindeki en göz kamaştırıcı bileşimlerinden biri konumundaki bu destansı yapıtı büyük ekranda izleme şansını kaçırmamalılar...

00:00 - 10/08/2008 اتوار
Güncelleme: 15:20 - 10/08/2008 اتوار
Yeni Şafak
Savaş filmleri tarihinde kolay aşılamaz bir zirve
Savaş filmleri tarihinde kolay aşılamaz bir zirve
KIYAMET

(APOCALYPSE NOW)

1979-ABD Yapımı

Yönetmen:
Francis Ford Coppola

Senaryo:
(Joseph Conrad'ın “Karanlığın Kalbi” adlı romanından esinlenmeyle) John Milius ve Francis Ford Coppola

Görüntü:
Vittorio Storaro

Müzik:
Carmine Coppola, Francis Ford Coppola

Kurgu:
Lisa Fruchtman, Gerald B. Greenberg, Walter Murch

Süre:
202 dakika (2001 tarihli “Redux” versiyonu)

Oyuncular:
Martin Sheen, Marlon Brando, Robert Duvall, Dennis Hopper, Laurence Fishburne, Harrison Ford, Frederic Forrest, Sam Bottoms, Scott Glenn

İthalatçı Şirket:
A.E. Film

Dağıtıcı Şirket:
Tiglon Film

İçerik uyarıları:
İçeriğindeki yoğun savaş şiddeti ve diğer sinir bozucu görüntüler nedeniyle, 12 yaşından küçük çocuklara ve bu tür sahnelere duyarlı olanlara tavsiye edilmemektedir.
* * * ½

* * *
Filmin Kazandığı Başlıca Ödüller (1979-1980)

- ABD / OSCAR / En İyi Görüntü Yönetimi Ödülü (Vittorio Storaro)

- ABD / OSCAR / En İyi Ses Ödülü

- ABD / ALTIN KÜRE / En İyi Yönetmen Ödülü (Francis Ford Coppola)

- ABD / ALTIN KÜRE / En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü (Robert Duvall)

- ABD / ALTIN KÜRE / En İyi Özgün Müzik Ödülü (Carmine Coppola)

- ABD / ULUSAL FİLM ELEŞTİRMENLERİ BİRLİĞİ / En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü (Frederic Forrest)

- ABD / AMERİKAN FİLM ÖDÜLLERİ-MARQUEE / En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü (Robert Duvall)

- İngiltere / BAFTA / En İyi Yönetmen Ödülü (Francis Ford Coppola)

- İngiltere / BAFTA / En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Robert Duvall)

- İngiltere / FİLM ELEŞTİRMENLERİ BİRLİĞİ / Yılın Filmi-ALFS Ödülü

- Fransa / CANNES / Altın Palmiye Ödülü

- Fransa / CANNES / FIPRESCI-Sinema Yazarları Birliği Ödülü

- İtalya / DAVID DI DONATELLO- En İyi Yabancı Film Ödülü

- Almanya / Altın Perde Ödülü



Ayrıca, çeşitli uluslararası yarışmalarda 30'un üzerinde ödül adaylığı bulunmaktadır.

* * *
1960'ların sonları... Ya da bir başka deyişle, Amerikan Devleti'nin, komünistliğe meylettiği için ta 15 bin kilometre ötelerden gelip sıkı bir dayakla ıslah etmeye çalıştığı Asya'nın küçük ülkesi Vietnam'ı artık yavaş yavaş elinden kaçırmaya başladığı hazin günler...

Savaşın getirdiği korkunç stresle baş edemeyip kendini içkiye ve uyuşturucuya vermiş olan serkeş yüzbaşı Benjamin Willard, günlerden bir gün, olağan sinir krizlerinden birini yaşamakta olduğu Saygon'daki kokuşmuş otel odasında bazı davetsiz misafirler ağırlamak zorunda kalır. Gelen kişiler ordu istihbaratına mensuptur ve onu içinde bulunduğu sefil ortamdan zorla çıkartıp karargâha götürürler.


Daha önce de pek çok kez “devletinin bekâsı” için adam öldürmüş olan “ordu tetikçisi” Willard'dan şimdi bir kez daha “temizlik yapması” istenmektedir. Temizlenecek kişi ise Amerikan ordusunun gelmiş geçmiş en iyi askerlerinden biri olan, Vietnam'daki yeşil bereli seçkin birliklerin lideri albay Walter Kurtz'dur.


Tıpkı müstakbel celladı gibi, bu anlamsız ve acımasız savaşın psikolojik yükünü taşıyamamış olan Kurtz, Vietnam'da bir dizi önemli askerî başarı elde ettikten sonra ansızın kafayı sıyırmış ve kendisine ölümüne bağlı bir toplulukla birlikte komşu ülke Kamboçya'nın balta girmemiş ormanlarına doğru çekilerek, orada tavizsiz bir şiddetle yönettiği büyük bir klan kurmuştur. Willard'a ordu istihbaratı tarafından verilen gizli görev ise kendisini hem kariyer, hem cesaret, hem de vahşete yatkınlık açısından kat be kat aşan bu -denetimden çıkmış ve Pentagon açısından artık açık bir tehdide dönüşmüş durumdaki- parlak sicilli subayı sessizce ortadan kaldırmaktır.


Böylelikle, kahramanımız, Vietnam'ı Kamboçya'ya bağlayan bir nehrin üzerinde, yanında -nasıl bir göreve gittiğini bilmeyen- bir avuç adamla birlikte, düşmanına doğru merak, hayranlık ve korku duyguları içinde tehlikeli bir yolculuğa çıkar.

ALLAK BULLAK EDEN BİR SİNEMASAL DENEYİM
“Kıyamet”in, 2001 yılında yönetmen Francis Ford Coppola tarafından yeniden kurgulanıp 50 dakika kadar uzatılan “Redux” versiyonunun yıllar sonra Türkiye'de de gösterime gireceğini bundan bir kaç hafta önce ilk kez haber aldığımda, ben de tıpkı söz konusu filmin baş kahramanı Yüzbaşı Willard gibi sinemasal hatıralarımda kâh neşe, kâh hüzünle bezeli derin bir yolculuğa çıkacaktım.

Yıllar nasıl da kolayca ve acımasızca geçmiş yahu... Oysa, henüz 12 yaşında yeniyetme bir sinema meraklısı olarak “Kıyamet”i (o dönemde uluslararası gösterime sunulan 152 dakikalık görece daha kısa kopyasından) Beyoğlu-Yeni Melek Sineması'nda şaşkınlık ve de hayranlık duyguları içinde seyrettiğim dakikalar, daha bir kaç ay öncesinde yaşanmış gibi gözlerimin önünde...


Evet; o tarihte en boyu 12 yaşındaydım, ancak filmi izleyip kendimi İstiklâl Caddesi'ne vurduğum dakikalarda aklım neredeyse yerinden çıkacaktı. “Bu nasıl bir anlatım, nasıl bir emek, nasıl bir gövde gösterisi” diye düşünerek saatlerce yürüyüp durdum. Eve döndüğümde ise helikopterlerin monoton ritmli pervane sesleri hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Ve sanırım sinemanın salt bir “boş zaman eğlencesi” olduğu algısından, onun işini iyi bilen uzman ellerde pekâlâ bir “sanat dalı”na dönüşebileceği algısına doğru bilinçsel yükselişim de işte tam o günlerde başladı.


Sonrasında, yaklaşık bir yıl sonra, ikinci vizyon olarak Sinepop Sineması'nda bir kez daha izledim “Kıyamet”i... Bu benzersiz görsel şöleni ne yapıp edip birileriyle paylaşmak istiyordum, ancak yeniyetmelik döneminin o herşeyi yüzeyinden görmeye meyyâl doğası içinde, böylesine “zor” bir filmi benimle ortak bir “huşû düzlemi”nde izleyecek ve benzer bir damak tadını paylaşacak sıkı bir mahalle arkadaşı bulmakta da ciddi güçlük çekmekteydim. O yüzdendir ki Sinepop'daki ikinci gösterimine, o günlerde henüz ilkokul 1'e başlamış olan 6 yaşındaki kız kardeşimle gitmek zorunda kaldım! Benim sinemanın çıkışında kendisine “E, nasıl buldun filmi bakalım?” diye soruşum ve kardeşimin de olanca masumiyeti içinde (neredeyse hiç bir şey anlamadığı bu gürültülü gösteri için) “Çok güzel” deyişi, aramızdaki muhabbetlerde 27 yıl sonra bile hâlâ eğlenceli bir hatıra olarak zaman zaman gündeme gelmekte...
FİLİPİNLER'DE İKİ YILLIK BİR MÜCADELE SONUCU ÇEKİLMİŞTİ
“Kıyamet”, başta yönetmeni Coppola olmak üzere, yüzlerce kişilik yapım ekibinin, Filipinler'in balta girmemiş ormanlarında iki yıla yakın bir süreyle konaklayıp, çıkan sayısız zorluktan dolayı zaman zaman çıldırma noktasına gelerek tamamladıkları eşsiz bir yapıt. Ki yapım sürecine ilişkin kayıtlar, çekimler sırasında bir kaç kişinin intihara kalkıştığını, dublör ekibinden bazılarının öldüğünü, yönetmen ve görüntü yönetmeninin defalarca sinir krizleri geçirip akıl hastanesine kaldırıldığını yazar.

O döneme göre rekor bir bütçeyle, 40 milyon dolara tamamlanan filmin Filipinler'de çekilmesinin bir nedeni bu ülkedeki iklim ve coğrafî koşulların Vietnam'a tıpatıp benzemesi olduğu kadar, diğer bir önemli neden de Filipinler ordusunun Amerikan ordusuyla hemen hemen aynı askerî techizatı kullanıyor oluşuydu. Pentagon yetkilileri, 1977'de kendilerine yapılan ilk başvuruda “hiç de işbirlikçi bir havası olmayan” bu karmaşık senaryoya ekip ve ekipman desteği vermeyi reddettiklerinden, yapımcılar da çözümü Uzak Asya'daki müttefik ülke Filipinler'e gitmekte bulmuşlardı.


Coppola, geçen sohbarda, 68 yaşının ve pırıltılı meslek hayatı boyunca kazandığı sayısız başarının keyfini süren tonton bir ihtiyar olarak Antalya'daki Uluslararası Avrasya Film Festivali'ne konuk olduğunda, her ne kadar “Geriye dönüp baktığımda 'Baba' üçlemesi gibi, 'Kıyamet' gibi filmler çektiğim için şimdi çok pişmanım. Keşke daha küçük çaplı, fakat daha hümanist hikâyeleri filme alsaydım” demişse de hemen bütün sanatçılarda olduğu üzere onun bazı yapıtları da artık kendisini aşıp “Coppola” imzasından bağımsız bir konuma erişmiş durumda. Kaldı ki yönetmeninin (muhtemelen içerdiği bunaltıcı şiddeti kastederek) haksızlık ettiği “Kıyamet”, siyasal açıdan böyle sert bir reddiyeyi hak eden bir film de değil. Çünkü, omurgası Amerikan “yeni sağ” sinemasının kalemi en keskin senarist ve yönetmenlerinden John Milius tarafından (ki o da bir kaç ay önce ülkemizi ziyaret etmişti) yazılan bu senaryo, sanatçının sonraki yıllara ait bir başka yapıtı olan “Kızıl Şafak” (1984) gibi kaba saba faşizan çizgiler içermemekteydi. Aksine, “Kıyamet”in -onurlu bir düşman olarak- Vietnamlılara ve onların yürüttüğü bağımsızlık savaşına neredeyse “sol” bir bakış içinde yaklaştığı bile söylenebilir. Milius ve Coppola ikilisi, savaşın bitiminin üzerinden henüz 3-4 yıl geçmiş ve bu hezimet ABD'de hâlâ bir tabu olarak görülürken, Vietnam topraklarına “napalm yağdırarak” çeki-düzen vermeye çalışmanın anlamsızlığını, ana karadan binlerce kilometre ötedeki böyle bir girişimin siyasal, lojistik, askerî ve insanî açıdan başarısızlığa mahkûmluğunu, velhasıl Beyaz Saray ve Pentagon'un bir bütün olarak “Vietnam cinneti”ni deşifre eden dürüst bir senaryo üzerinden yürümüşlerdi. Hollywood'un bu saygın ikilisi, günümüzde de filmografilerindeki bu “dürüst parça”nın onurunu yakalarında hâlâ taşımaktalar...

“Kıyamet”, yüksek düzeydeki sinematografisi ve türlü türlü metaforlarla dolu senaryosunun yanısıra, bu film için saçlarını usturayla kazıtan (aynı zamanda kadrodaki herkesten de yüksek ücret alan) Marlon Brando başta olmak üzere, gerçek bir yıldızlar geçidi aynı zamanda... “Yıldız Savaşları”ndaki “Han Solo” rolüyle gelen şöhretin tadını çıkartırken Coppola'nın hatırına yalnızca 3-5 dakikalık bir rolde gözüken Harrison Ford, yıllar sonra “Matrix” üçlemesiyle yapacağı süksenin henüz çok uzağında, Willard'ın teknesinde çocuksu bir yüzle koşturup duran “Morpheus” Laurence Fishburne, insanlıktan çıkmış sörf manyağı Yarbay Kilgore rolünde meslek hayatının en delice performansını ortaya koyan Robert Duvall, kişiliğine çok uyan “hippi” bir roldeki Dennis Hopper ve gözümüzün sayısız filmden âşina olduğu daha nice aktör ve aktristle donatılmış eşsiz bir kast sunuyor bu yapıt bizlere...

KENDİ KATEGORİSİNİN HÂLÂ EN İYİSİ KONUMUNDA
“Avcı”, “Eve Dönüş”, “Hamburger Tepesi”, “İlk Kan”... Amerikan sineması 1970'lerin başlarından günümüze dek Vietnam savaşı ve post-Vietnam travmayı anlatan, dahası belli ölçüde sistem muhalifi de olabilen pek çok etkileyici filme imza attı. Ancak, “Kıyamet”, kısmen Stanley Kubrick'in “Full Metal Jacket”i bir kenarda tutulursa, bunların büyük bir bölümüne hâlâ açık ara fark atmayı sürdürüyor.

30 küsur yıllık sinemaseverlik serüvenimin en önemli hatıralarından birini oluşturan bu yapıta rahatlıkla dört yıldız verebilirdim. Ancak, nihai değerlendirmemde kestiğim yarım yıldızın bir tek nedeni var; o da filmin sonundaki “kıyım” sahnesinde Kurtz, Willard'ın pala darbeleri eşliğinde bu dünyaya vedâ ederken, onun ölümüne paralel olarak sunulan sığır katliamı ritüelinde gerçek bir hayvanın parçalanmış olması. Bana göre, çekilmiş ve çekilecek hiç bir kurmaca film, bir hayvanın kamera önünde gerçekten öldürülmesini haklı kılamaz.


“Kıyamet”i DVD'den, hele de VCD'den ya da internetten indirilmiş kötü kayıtlardan izlemek gerçek bir sinemasevere yakışmayacaktır. İmkânınız var ise, bu yeni versiyonun gösterildiği kentlerden birinde yaşıyorsanız, ne yapıp edin, onu beyazperdede görün.


Şu kadarını söylüyorum ki ömrünüz boyunca unutamayacaksınız.

* * *
'Kıyamet'in unutulmaz anları
- “The Doors” grubunun “The End” parçası eşliğindeki ünlü açılış planı... Sinema tarihinin sayılı “yazısız” jeneriklerinden biri olan bu üç dakikalık tek parça plan, 12 yıl süren tüm bir Vietnam Savaşı'nın ve Coppola'nın filminin de nefis bir özetidir aslında. Amerikan helikopterleri, hiç bir ekstra ses efekti olmaksızın, yalnızca “The Doors”un klasikleşmiş parçası ve solist Jim Morrison'un histerik çığlıkları eşliğinde, Vietnam'ın tropik ormanları ve içinde yaşayan masum insanlarını -silahlar dünyasının alçaklık timsali konumundaki- Napalm bombalarıyla yakıp kavururlar.

- Çaresizlik, korku ve bezginlikten dolayı sinirleri iflas etmiş olan Willard ve ekibinin ormanda dev bir kaplanla yüz yüze geldiklerinde yaşadıkları duygusal patlama......


- Marlon Brando'nun (Kurtz) Martin Sheen (Willard) ile kabilesinin topraklarındaki ilk karşılaşmasında bedeni karanlığın içlerinde kalarak yaptığı “Hoşgeldin” konuşması ve ardından da ışığa doğru hamle yapmasıyla birlikte yüzünün ortaya çıkmasını sağlayan muhteşem görüntü yönetimi...


- Sinema tarihindeki başka hiç bir savaş filminde “ölümün habercisi” olarak bu denli ürkütücü biçimde kullanılmamış olan helikopterler... Ki her biri yönetmen Coppola tarafından birer “fetiş nesnesi”ne dönüştürülen bu askerî araçlar gerçekte Brando ve Sheen'den sonra filmin üçüncü başrol oyuncusu konumundalar...


- Willard'ın nehir yolu üzerinde verdiği bir molada karşılaştığı, komutanlarını yitirmiş ve artık neyi kime karşı koruduğunu bilemez hâlde çarpışan askerler...


- Brando'nun, müstakbel katili Willard'a, kafayı sıyırma serüvenindeki dönüm noktalarından birini oluşturan, “aşı yardımını reddeden kabile” olayını anlattığı sahne... Kendisine doğrudan tanık olmadığımız, yalnızca filmin içine ustaca yedirilmiş bir sözlü nakil ile öğrendiğimiz bu tüyler ürpertici hikâye, aynı zamanda Vietnam halkının da yıllar süren onurlu direnişine yönelik bir saygı duruşu niteliğindedir. Kurtz, kendilerine iyilik olsun diye çocuklarına aşı yaptıkları bir köyün sakinlerinin, onlar köyden ayrıldıktan hemen sonra aşı yapılmış bütün çocukların kollarını kestiklerini anlatır ve sonunda da şunları söyler: “Geri döndüğümüzde üstüste yığılmış yüzlerce kol gördük. O gün bu manzara karşısında tıpkı bir kocakarı gibi hüngür hüngür ağladım.”


- Vietnam'da kafayı sıyırmış Amerikan subayları ailesinin sayısız üyesinden biri olan Yarbay Bill Kilgore'un “sabahları napalm kokusuyla uyanmaya bayıldığını” söyleyerek bir Vietnam köyünü bombalamaya çıkması ve bombardıman sırasında da -“köylüleri çok güzel korkuttuğu” gerekçesiyle- helikopterlere bağladığı dev kolonlardan Alman sanatçı Richard Wagner'in “Walkyrieler'in Akını” adlı bestesini çalması... Aynı şekilde, bağırsakları yere dökülmüş fakat hâlâ yaşayan bir Vietnam askerine duyduğu anlık merhamet ile basit bir sörf tahtası arasında saniyeler içinde gidip gelen travmatik ruh hâli...


- Vietnamlı bir direnişçi kızın okul bahçesine inen helikopterin içine hasır şapkasını atarak aracı ve personelini tek başına yok etmesi (bu sahneyi hazırlayan ve onda rol alan dublörler ekibi, söz konusu çekimdeki cesur performansları ve oluşturdukları etkileyici görsel atmosfer nedeniyle, dublörler dünyasının Oscar'ı sayılan Taurus ödülü'nü topluca kazandılar)


- Willard'ın nehir yolculuğunun sonlarına doğru karşılaştığı, her bir üyesi ayrı birer psikopata dönüşmüş olan sömürgeci Fransız aileyle yediği akşam yemeği ve o sofrada geçen gerilimli konuşmalar... (Ki bu bölüm yalnızca, filmin 2001 tarihli uzatılmış “Redux” versiyonunda bulunmaktadır)


- Kurtz'un Kamboçya ormanlarındaki krallığının Napalm bombardımanıyla yok edilişini gösteren, “Bir mahalleye aynı anda iyi kabadayı fazla gelir, yalnızca bir tek kabadayı olacaktır ve o da Beyaz Saray'dır” cümlesinin gösterişli bir sinemasal ifadesi konumundaki sessiz bitiş jeneriği...

16 سال واپس