|

Sinemanın Asyalı psikopat sinemacılardan çektiği zulmün son aşaması

Taylandlı korku-gerilim filmleri senaristi Sopon Sukdapisit'in ilk yönetmenlik denemesi 'Pek Yakında', Japonya, Çin ve Güney Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinin genç sinemacıları arasında giderek hastalıklı bir tutkuya dönüşen 'vahşet filmleri çekme' furyasının peşine takılmış sayısız örnekten biri...

Ali Murat Güven
00:00 - 28/06/2009 Pazar
Güncelleme: 09:21 - 28/06/2009 Pazar
Yeni Şafak
Sinemanın Asyalı psikopat sinemacılardan çektiği z
Sinemanın Asyalı psikopat sinemacılardan çektiği z
PEK YAKINDA / Coming Soon

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2008, Tayland yapımı

Türü ve Süresi:
Korku-gerilim / 95 dakika (Kesintisiz versiyonu)

Gösterim Dili:
Orijinal seslendirmesi Tai dilinde olan bu film, ülkemiz sinemalarında Türkçe altyazılı kopyalarla gösterime sunulmuştur.

Yönetmen:
Sopon Sukdapisit

Senarist:
Sopon Sukdapisit

Oyuncular:
Chantavit Dhanasevi ve Worakarn Rojanawatchra

İthalatçı Şirket:
Bir Film

Dağıtıcı Şirket:
Tiglon Film

İçerik Uyarıları:
Yoğun korku-gerilim öğeleri içerdiğinden, 18 yaşından küçükler ve bu tür temalardan hoşlanmayanlar için uygun değildir.

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:

Yıldız Puanı:
* ½

Bol kanlı korku-gerilim filmlerine meraklı olan Taylandlı genç bir üniversite öğrencisi, sinema salonunda izlediği bu türdeki ürkünç bir yapımdan sonra özel hayatında normal ötesi deneyimler yaşamaya başlar. Çevresindeki insanlar ardı ardına ve birbirinden vahşi yöntemlerle katledilmektedir. Kahramanımız kız arkadaşıyla birlikte olayın aslını astarını araştırdığında, cinayetlerin failinin, yakın zamanda izlediği o yapımdaki gizli bir kahraman, yani “filmin hayaleti” olduğunun farkına varır. Beyazperdeden dışarıya taşan bu büyük beladan kurtulmak ise ancak o hayaleti ortadan kaldırmakla mümkün olacaktır.


“Pek Yakında”, korku-gerilim türünün meraklıları arasında kendi çapında ses getirmiş iki yakın tarihli film, 2004 yapımı “Gölgeler” (Shutter) ve 2007 yapımı “Tek Başına”ya (Alone) senarist olarak imza atan genç kuşak Taylandlı sinemacı Sopon Sukdapisit'in ilk yönetmenlik denemesi…


Ki Sukdapisit'in yazdığı senaryolardan ilki olan “Gölgeler”, orijinalinin içerdiği vahşet gösterileri yeterli gelmezmiş gibi, bundan topu topu dört yıl sonra bir kez de Japon yönetmen Masayuki Ochiai tarafından çekilen başka bir filme kaynaklık etmişti. Adamımızın Asyalı “gore” (kan gölü) sineması fanları tarafından pek beğenilmiş diğer senaryosu “Tek Başına” da muhtemelen bir-iki yıla kalmadan ikinci sınıf bir Hollywood şirketi tarafından satın alınıp, sadizmde orijinaliyle yarışan bir formatta yeniden çekilecektir.


'40 altınlık' ve '40 değneklik' bir sinemacı

Sukdapisit, “Pek Yakında”nın basın bülteninde, bu ilk yönetmenlik denemesi için bakın neler demiş:

“Çocukların hayâl gücü geniştir' sözüne sonuna kadar inanıyorum. Çünkü, ben de sinemada görüp duyduğu her şeyi uzun uzun kurcalayan, hayâl dünyasında onlarla ilgili yepyeni açılımlar türeten bu tür çocuklardan biriydim. Özellikle de korku-gerilim filmlerini izledikten sonra…


Yetişkin bir sinemaseverin kalbi, izlediği film bittiği anda derin bir rahatlama duygusuyla dolar. Fakat, çocuklar için (aynı şekilde benim için de) asıl korku dolu saatler o andan sonra başlamaktadır. Çünkü, filmlerin hemen ardından hayâl gücü açığa çıkar. Yetişkinler izledikleri öykünün çok saçma olduğunu ve 'perdede gördüklerinin sadece bir kurmaca olduğunu' söyleyeceklerdir. Ben ise çocukluğumda her korku-gerilim filmi izleyişimden sonra 'Pekiyi ya, bu sadece bir film değilse?' diye düşünürdüm. İşte, 'Pek Yakında'nın senaryosu da o çocukluk hayâllerimden doğdu. Perdede izlediğimiz bütün o kan ve vahşet görüntüleri ya sadece hayâl ürünü değilse? Ya, bütün bunlar bir gün sizin de başınıza gelirse?”


Yönetmenin yukarıdaki traji-komik yorumunu okuduktan sonra, ben de kendi kendime “Tam kırk altın ve kırk değnek menkıbesine uyan bir sinemacıyla karşı karşıyayım” dedim kendi kendime…


Sukdapisit'e, böylesine irkiltici bir film yapmayı başardığı için önce törenle “40 altın” takdim edilmeli… Ardından da bu düzeyde bir insanî bilince eriştikten sonra hâlâ genç kuşakların kalpleri ve belleklerini umarsızca kirleten zararlı filmler yazıp yönetiyor olmasından dolayı falakaya yatırılıp, kendisine yine törenle “40 değnek” vurulmalı!


Benim Taylandlı zeki biraderim, madem ki pedagojinin gerçeklerinin bu kadar farkındasın ve madem ki çocukluğunda izlediğin korku-gerilim filmleri duygu dünyanda bu kadar travmatik etkilere yol açmış; çocukların ruhsal yapılarının büyüklerinkine göre kat be kat daha hassas olduğunu bizzat kendi hayatında tecrübe ederek öğrenmişsin… O hâlde kariyerinin henüz başlarında olduğun şu dönemde, ulusal sinema endüstrindeki varlık mücadeleni neden bu denli zararlı bir akım üzerine kurarsın ki a meczup adam?


Bugün beyazperdede, yarın gerçek hayatta…

“Pek yakında”; Çin, Japonya ve Güney Kore gibi Uzak Asya ülkelerindeki düzinelerce namlı namsız sinemacının son yıllarda tek kelimeyle suyunu çıkardığı hastalıklı bir sinemasal türün akıllara ziyan örneklerinden bir diğeri daha… Yedinci sanatın tarihçesine bir virgül bile eklemeyeceği ve kısa süre içinde de unutulup gideceği âşikâr olan bu gibi suflî yapımlarla her ne zaman karşı karşıya gelsem, dünyanın dört bir köşesinde ardı ardına patlak veren nedensiz okul baskınlarını, faillerini çoğunlukla lise çağındaki gençlerin oluşturduğu sadistik cinayetleri hatırlayıveriyorum. Bir de son zamanlarda, kafası testereyle kesilip çöp kutusuna atılan rahmetli Münevver Karabulut geliyor aklıma…

Konuya ilişkin haberlerin satır aralarında şu “küçük” ayrıntıyı yakalayanlar olmuştur hiç kuşkusuz… Ülkemizde büyük bir infiale yol açan o polisiye vak'ada cinayetin faili olan genç, olaydan en fazla üç-beş gün önce, acımasızca katlettiği kız arkadaşıyla birlikte (öyküsünde yine kız arkadaşının başını kesen Amerikalı bir gencin yer aldığı) baştan aşağı kan banyosu görünümündeki “Sevgililer Günü Katliamı” adlı bir korku-gerilim filmini izlemişti sinemada…


İyi duyamadım, ne dediniz? Sinema-TV'deki şiddet ile gerçek hayattaki şiddet arasında hiç bir doğrusal bağlantı bulunmuyor mu? Tabiî tabiî, hiç kuşkusuz ki öyledir! (Aynı toplumsal çürüme sürecinden muzdarip olduğumuzu düşündüğüm çok sevgili bazı yazar dostlarımızın kimi iltifatkâr yazılarında kullandıkları ifadeyle) “Türkiye'nin kolektif ruhu ve vicdanı”nı (!) temsil eden “Kurtlar Vadisi” gibi televizyon dizileri bu anlamda hiç bir olumsuz dönüşüme yol açmamıştır meselâ… Muhtemelen ben “eski moda bir adam” olarak, böyle durumlarda lüzumundan fazla kuruntu ya kapılıyorum!

Yaptığımız acı şakalar bir yana, korku-gerilim sinemasının aşırı kanlı örneklerine özel bir ilginiz yoksa ya da bu alanda profesyonel bir araştırma yapmıyorsanız, zamanınızı hiç boşa harcamayın. Dahası, harcamaya kalkışan akraba ve dostlarınızı da uyarın. Çünkü, son 10 yıldır Asya-Pasifik ülkelerinden yükselen bu yeni vahşet dalgasının ne sinema sanatına ne de insanoğlunun ruhsal tekâmülüne en küçük bir katkı yapması bile söz konusu değil. Bu gibi hastalıklı öyküler, yalnızca -“Rotten” ve “Ogrish” tarzı iğrenç internet sitelerinin yıllardır yaptığı üzere- tahammülü zor şiddet gösterilerini genç kuşakların nazarında biraz daha olağanlaştırmaya yarıyorlar, hepsi o kadar…


* * *

Benzer türdeki Uzakdoğu vahşet filmlerine ilişkin olarak sinema sayfamızda yayımlanan yakın tarihli bir diğer eleştiri yazımız için:


15 yıl önce