|
"Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramaz"

Fransa''da, 25 kasım 1897 tarihli "Le Figaro" gazetesinde yayımlanan bir yazının son cümlesidir bu. Fransız meşhur yazarlarından Emile Zola''ya aittir.

Peki Zola, yazısını neden bu cümleyle bitirmişti?

Gerçeğin yürümesi ne anlama geliyordu?

Dahası, gerçek neydi?

Ve bunun bizimle ne ilgisi var?

Yürüyen Gerçek 1890''larda Fransa''yı sarsan Yüzbaşı Dreyfus Davası''ydı.

Ülkemizde gündemler hızla değişiyor.

O gündemden, şu gündeme hızla intikal ediyoruz..

Tarih filozofu Arnold Toynbee, Yunan efsanelerinde geçen ve yakalandığı anda hızla biçim değiştiren Proteus''tan esinlenerek "tarih proteandır" demişti.

Bizde gündem de tıpkı tarih gibi proteandır.. Ama gerçeği elimizden kaçırmamak ve biçim değiştirmesini önlemek için biz gazeteciler de inatçıyızdır.

Geçen hafta Albay Dursun Çiçek hakkında Genelkurmay Askeri Savcılığı''nın "İrticayla Mücadele Eylem Planı"yla ilgili soruşturma kapsamında hazırladığı bir iddianame gündeme damgasını vurdu. İddianamede Albay Çiçek''in sözkonusu harekat planını tek başına ve kasıtlı olarak hazırladığı, belgeleri basına sızdırmak suretiyle üstlerinden intikam almaya yeltendiği, dahası TSK ile Milletin arasını açmaya çalıştığı ifade ediliyordu.

Gerçeğin, iddianamede olduğu gibi olduğundan kuşku duyanlar çoğunlukta.

Buna göre Albay Çiçek, "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nda imzaları olan daha üst düzeydeki kişileri kurtarmak için kurban seçilmiştir.

Bu yüzden Albay Çiçek''i, Dreyfus''a benzetenler de oldu..

Dreyfus Davası Fransız siyasal rejiminde köklü değişikliklere sebep olmuş bir davadır.

Fransız ordusunu sarstığı gibi, davanın siyasal/toplumsal tarafları bakımından da etkisi derindir.

O halde gelin tarihin makarasını geriye doğru saralım..

EVRAKLARI TEMİZLİKÇİ KADIN BULDU

1894 Eylül''ünde bir temizlikçi kadın, Alman askeri ataşesinin evinde şömine temizliği yaparken bulduğu bazı evrakları Fransız askeri istihbaratına teslim eder.. Bu evraklar, Fransız ordusuna aitti ve gizli bilgileri içeriyordu.

Yapılan araştırmalar sonucunda evrakları Alman askeri ataşesine veren kişinin Fransız ordusunda görev yapan ''Yahudi'' asıllı topçu yüzbaşı Alfred Dreyfus olduğu ortaya çıkarıldı. Oysa gerçek, Fransız askeri makamlarınca hazırlanmış iddianamede olduğundan çok daha başkaydı.

Beş bilirkisi raporundan en az ikisinde, evraklardaki el yazısının Dreyfus''a ait olmadığı belirtiliyordu. Buna rağmen Dreyfus 7 hakimin oybirliğiyle müebbet hapse mahkum edilmişti.

Mahkemede Fransız Genelkurmayı tarafından sunulan ve içeriği gizli tutulan dosyalar mahkumiyet kararının verilmesini kolaylaştırmıştı.

Bu belgeler de düzmeceydi.

Davada ortaya çıkan çelişkiler Fransız kamuoyunu, başta Emile Zola olmak üzere liberal ve demokrat aydınları tatmin etmemişti.

Fransa basını ve kamuoyu Dreyfus tarafında yer alanlar ve almayanlar olarak karpuz gibi ikiye ayrılmıştı. Zola, Dreyfus''un yanındaydı ve yazdığı yazılar yüzünden onun da başı belaya girdi.

İNTİHAR ETMESİNİ BEKLEDİLER

Olayı soruşturan askeri sorgucular Dreyfus''u o kadar baskı altına aldılar ki bir keresinde masaya bir silah koyarak intihar etmesini bile beklediler ama olmadı.

Dreyfus her halükarda mahkum edilmeliydi.. Aksi halde düzmece belgeleri mahkemeye sunan askeri yetkililer içeri girecekti.

İstihbarat şefi Binbaşı Georges Picquart, yazının Dreyfus''a değil, Binbaşı Esterhazy''e ait olduğunu belirlemişti.

Generaller, olayı örtbas etmeyi yeğlediler. Savaş bakanı General Billot, Picquart''ı Fransa''dan uzaklaştırarak Tunus''a gönderdi. Fransa genelkurmayı çamura batmıştır bir kez ve Dreyfus aleyhinde düzmece belgeler art arda gelir.

Bazı senatörler ve bakanlar da bulaşmıştır bu pisliğe..

Dolayısıyla Dreyfus davası, siyasi bir sorun haline dönüşmüştür artık.

Picquart aleyhinde de düzmece belgeler hazırlanmıştır. Bu yüzden Picquart da bir ara tutuklanır.

KOMPLO AÇIĞA ÇIKIYOR

Kamuoyu baskısı sonucunda Binbaşı Erterhazy mahkemeye çıkarılır.

Düzmece bir mahkemedir ve Ezterhaz aynı gün beraat ederek serbest bırakılır.

Picquart''ın yerine geçen Yarbay Hubert Joseph Henry, Fransız askeri makamlarının dahil olduğu komployu itiraf etmiştir. Dreyfus aleyhinde sahte belge hazırladığı için "Sahte Henry" olarak anılan Henry göz hapsindeyken intihar eder..

Açığa alınan Esterhazy ise İngiltereye kaçar ve bir süre sonra evraklardaki yazının kendisine ait olduğunu itiraf eder. İtiraflara göre temizlikçi kadının teslim ettiği evraklar arasında Dreyfus''a ait olduğu söylenen evraklar da yoktur. Yani, olay başından itibaren düzmeceydi.

YARGIÇLAR GENERALLERİ KORUDULAR

Dreyfus''un yeniden yargılanması gündeme gelmiştir ama Başbakan Méline, Ulusal Meclis''te yaptığı konuşmada Fransız Genelkurmayı''nı savunur ve Zola başta olmak üzere aydınları kendilerini ilgilendirmeyen konularla uğraştıkları gerekçesiyle suçlar.

Yani, mahkum edilen Dreyfus''un yeniden yargılanmasına gerek yoktur.

Bütün engellemelere rağmen Dreyfus 1899''da tekrar yargı önüne çıkarıldı..

Bu davada askeri mahkeme generaller ile yüzbaşı Dreyfus arasında kalmıştı.

Dreyfus''un beraati, komplocu generallerin ifşa olması demekti.

Avukat Edgar Demange durumun farkındaydı ve şöyle diyordu:

"Burada bizim işimiz, kurmayın davasını yapmak değil, Yüzbaşı Dreyfus''la ilgilenmektir. Onun kaderini ellerinde tutan yargıçlar da askerdir. Onları generallerle Dreyfus arasında seçim yapmak zorunda bırakmamak gerekir; Dreyfus''u beraat ettirmeyi, şeflerini mahkum etmek gibi görmemeleri gerekir."

Gazeteci Jules Cornely ise Dreyfus''un diğer avukatlarından Fernand-Gustave-Gaston Labori''ye şöyle sesleniyordu:

"Savaş konseyinin sabit saplantısı, suçlayıcı generalleri kurtarmaktır. Bunun sonucu olarak, müvekkilleri yararlı bir şekilde savunmak isteyen avukatların görevi, generalleri idare etmek ve savunmalarında ''yaşasın ordu!'' haykırışının çeşitlemelerini yapmaktır"

Gerçek gözler önündeydi ama yine de Dreyfus suçlu bulunarak on yıl mahkum edildi. Temyize gitmemesi şartıyla Dreyfus''un cezası on gün sonra Cumhurbaşkanı tarafından affedildi.

Dreyfus''un aklanması anlamına gelmiyordu bu af tabii.

HAYIR, YAŞASIN HAKİKAT!

1906''da Dreyfus Davası, Yargıtay tarafından bozuldu.

Dreyfus eski haklarını yeniden kazanarak orduya geri döndü, rütbesi binbaşılığa yükseltildi ve" Légion d''Honneur" nişanıyla onurlandırıldı.

Dreyfus, "Yaşasın Dreyfus!" diye bağıranlara şöyle cevap vermişti:

"Hayır, yaşasın hakikat!"

Özgürlüğüne ve onuruna kavuşan Dreyfus kısa bir süre sonra emekliliğini isteyerek göz önünden çekildi.

Emile Zola 1902''de öldüğü için Dreyfus''un zaferini göremedi ama bu davayla ilgili olarak yazdıkları bugün bile güncelliğini koruyor.

"Dreyfus davası" denildiğinde ilk akla gelen Emile Zola''dır.

Sıradan bir davanın Fransa''nın davası haline gelmesinde büyük rol oynamıştır.

Meşhur Macar düşünür Georg Lukacs, Dreyfus Davası''nda Zola''nın, Fransız bürokratlarının ve Fransız genelkurmayının suikast düzenine karşı savaşan bir insan rolü oynadığını söylemekte haklıdır.

Sevgili okurlar, Dreyfus Davası sırasında en az dört hükümet değişti.

Bütün bu hükümet değişikliklerinde, Dreyfus''un suçsuzluğunu örtbas etmek isteyen Fransız Genelkurmayı ve Savaş Bakanlığı''nın rolü vardı.

Lakin gerçek yürüyordu ve onu hiçbir şey durduramadı.

Yürüyen gerçek her adımda demokrasiye, hukuka ve insan haklarına yeni kazanımlar sağladı.

“Beni mahkemeye vermeye cesaret etsinler bakalım, bekliyorum!”

Emile Zola, 13 Ocak 1898''de dönemin Cumhurbaşkanı Felix Faure''ya hitaben "l''Aurore" gazetesinde "Suçluyorum" başlıklı açık mektup yayınladı..

Düzmece belgelerle Dreyfus''u suçlayanları isimleriyle ifşa etmişti.

Mektupta yer alan bazı ibareler şöyleydi:

"Albay du Patt de Clam''ı, adli hatanın şeytani yaratıcısı olmakla suçluyorum..."

"General Mercier''yi , yüzyılın en büyük haksızlıklarından birine suç ortaklığı etmiş olmakla suçluyorum…"

"General Billot''yu, Dreyfus''un suçsuzluğunu ortaya koyan kesin kanıtları ele geçirip onları örtbas etmekle, bu insanlığa karşı, adalete karşı suçun ortağı olmakla suçluyorum…"

"General Boisdeffe''i ve General Gonse''u, biri kuşkusuz kilise tutkusu, diğeri belki savaş bürolarını tapınağa dönüştüren o dayanışma anlayışından ötürü aynı suçun ortakları olmakla suçluyorum…"

"Generel de Pellieux''yü ve Binbaşı Ravary''yi , alçakça bir soruşturma hazırlamış olmakla suçluyorum…"

"Savaş Dairesi''ni, basında iğrenç bir kampanya yürütmüş olmakla suçluyorum…"

"Suçladığım kişilere gelince, onları tanımıyorum, onları hiç görmedim. Kendilerine karşı ne hınç, ne kin besliyorum. Onlar benim için sadece birer simge, toplumsal kötülüğün ruhları. Ve burada gerçekleştirdiğim eylem, sadece gerçeğin ve adaletin patlamasını hızlandırmayı amaçlayan ihtilalci bir yoldur."

"Benim bir tek tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu hak etmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka bir şey değil. Beni ağır ceza mahkemesine çıkarmayı göze alsınlar ve soruşturma gün ışığında, apaçık yapılsın. Bekliyorum."

Albay Çiçek, Yüzbaşı Dreyfus''a benziyor mu?

"Dreyfus Davası" tarafları itibariyle siyasal krizlerin tahlil edilmesinde bir model olarak görülür. Dava, Fransa''nın siyasal sisteminde olumlu gelişmelere neden olmuştur.

"Sezarizm-Bonapartizm" analizlerinde de "Dreyfus Davası" inceleme konusu olmuştur.

Ayrıcalıklı yerini korumak isteyen bir egemen gücün yahut bir askeri sınıfın bir kriz anında diğer güçlerin ittirmesiyle siyasal sistemin daha olumlu bir aşamaya geçtiği tartışma konusu edilmiştir.

Bu yüzden İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci, "Yeni tarihsel blok" denemesinde Dreyfus Davası''nı ele almıştı.

Gramsci''ye göre yeni bir tarihsel blokun kurulması sorunu gerçekte yeni bir hegomonik sistemin kurulması sorunuydu ama aynı zamanda yeni toplumsal güçlere olumlu bir biçimde yol açması gerekecek bir organik bunalımın patlak vermesi sorunuydu da.

Hugues Portelli''nin belirttiği gibi Gramsci, Dreyfus davasında, hegemonik sistem içinde onu oluşturan çeşitli gruplar arasındaki bir bunalımın yetkin örneğini görüyordu.

Dreyfus Davası etrafında şekillenen hareketler, tepkiler egemen grupların iktidarını parçalamakla kalmıyor, egemen blok''un en tutucu kesiminin Sezarizm''ini sezip önlemek gibi bir işleve de yol açmıştı.

Gramsci, yönetici sınıfın bir grubunun, iktidarını sürdürebilmek amacıyla kendi durumlarını diğer güçlerle yeniden dengelemek için kimi yardımcı gruplara dayandıklarını belirtir.

Böyle bir yeniden dengeleme, eğer en geri ve en eski yönetici sınıfa bağlı güçlere dayanmaya yönelirse, geriletici olabilir. Sezarizm "ilerlemeci" de olabilir, "geriletici" de olabilir.

Dreyfus Davası örneğinde görüldüğü gibi ilerlemeci de olabilir; böyle bir durumda, yönetici sınıfın en bilgili bölüntüsü, toplumun tabanını genişleterek ve yardımcı, hatta ast gruplar için daha elverişli bir uzlaşma düzenleyerek(bu gruplardan çıkma yeni aydınlara çağrı, politik ve ideolojik uzlaşma), kendi hegemonyasını güçlendirir.

Tek başına suçlanarak hiyerarşik komuta zincirinden çıkartılmak istenen Albay Dursun Çiçek''i Yüzbaşı Dreyfus''a benzetenler, herhalde tersinden Sezarizm''in ilerlemeci örneğinin yaşama geçmesini arzuluyorlar. Albay Çiçek örneğinde bir uzlaşma mı, ilerleme mi, dengeleme mi yoksa bir gerileme mi var hep birlikte göreceğiz.

Bakalım Dreyfus Davası''nda olduğu gibi askeri yargıçlar Albay Çiçek ve üstleri arasında mı kalacaklar? Bakalım Dursun Çiçek Olayı temsil ettiği kurum açısından organik bir bunalım niteliği mi kazanacak? Toplumun beklentisi sadece gerçeğin ortaya çıkmasıdır.

İlerleme gerçekle parelel gittiğinde işe yarar.

14 yıl önce
"Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramaz"
Düşünce tarzını değiştirmek
Kurumlar kanunun sağladığı hakkı kötüye kullanınca personeller mağdur oldu
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…