|
Kahır mektubu..

Muhalefet, işi müzmin muhaliflik açmazına sokmayıp da bir ucundan tutsaydı bu Meclis tarihimizin belki de en sivil anayasasını yapmış bir Meclis olarak anılacaktı sonraki kuşaklar tarafından.

1980''lerden beri "gelin 12 Eylül anayasasından kurtulalım" çağrısı yapan siyasetçiler iş ciddiye binince çark ettiler.

Kimi CHP''liler de "Hükümet önce Anayasa''nın geçici 15. maddesini kaldırsın da görelim" diyerek meseleyi bir Anayasa meselesi olmaktan çıkarıp sulandırma yoluna gittiler.

Oysa kimisi hayatta olmayan 12 Eylülcülerden intikam almanın en doğru yolu 1982 Anayasası''yla topluma giydirdikleri deli gömleğinin metal düğmelerini değil bu gömleği tümüyle çıkarıp atmaktı.

Sivillerin bir anayasa yapıyor olmaları yeter de artardı bile.

Düzgün bir anayasa ve düzgün işleyen mekanizmalar bu memlekette darbe korkusunu da kökünden çözerdi.

Tarih, 1924''ten sonra ilk defa bu Meclis''e bir sivil anayasa yapma imkanı bahşetmişti.

Ne yazık ki bu imkanı, imkansızlığa sürükleyenler de siviller oldu..

Gel de kahretme!

***

Bazen "acaba mazoşist miyiz, acı çekmekten, itilip kakılmaktan hoşlanıyor muyuz" diye düşündüğüm oluyor.

"Benim olmayacaksa kara toprak alsın" şeklinde özetleyeceğimiz bir ruh haline mi sahibiz yoksa?

"Bu Meclis''e yeni bir anayasa yapmak yakışırdı ama çeşitli sebeplerden dolayı bu fırsat kaçırıldı" demiş Cumhurbaşkanı Gül..

Kaçırılan fırsatlar yüzünden daha iyi şartlarda yaşama imkanından mahrum edilen bizleri zaman zaman Franz Kafka''nın öykülerindeki ana karakterlere benzettiğim de oluyor sevgili okurlar.

"Dava" adlı romanın başkahramanı "Joseph K." Anlamsız bir davanın bunaltısını yaşamakla kalmaz, ne kendisine yüklenen suçu öğrenebilir, ne de onu yargılamakla mükellef olan mahkemeyle yüz yüze gelir.

Joseph K, daha mahkeme bitmeden boynu vurulur.

"Şato" romanının kahramanı da "K." adında bir kadastro memurudur..

Yöneticiler tarafından çağırıldığı bir şatoya gitmiştir ama o şatoda farkedilmeden ölüp gitmiştir.

Öykülerinden birinin teması, ulağın yolunu kesen kişiler nedeniyle asla yerine ulaşamayan bir imparatorluk mesajıyla ilgilidir.

Bir diğerinde komşu köyü ziyaret etmeyi başaramadan ölen bir adamı anlatır Kafka.

"Çin Seddi''nin İnşası"nda ise tamamlanması imkansız bir duvarın hikayesini anlatılır.

Bütün bu hikayelerde Kafka, sonsuz sayıda erteleme dürtüsünü işlemektedir.

***

Kafka''nın bir başka hikayesinde ise sahibinin elinden kırbacı kapan hayvan, sahibine dönüşerek kendini cezalandırır.

Oysa hayvanın bu eylemi, kırbaçta oluşan yeni bir boğumun yarattığı bir yanılsamadan başka bir şey değildir.

Sivil anayasa yapamayışımızın hikayesini Kafka''dan daha iyi anlatan bir yazar var mıdır, bilmiyorum.

Cumhurbaşkanı Gül bile pes ettiğine göre sivil anayasa bir başka bahara kaldı demektir.

O bahar hangi bahar olacak, o bahar gelecek mi?

Zira Zeki Müren''in "Uzun yıllar bekledim" şarkısında dile getirdiği gibi, bekle bekle beklemekten usandık artık.

Bir münzevi direnişçiyi daha kaybettik

Geçen hafta, zaten hiçbir zaman aramızda olmayan J. D. Salinger öldü.

Tanımaktan mutluluk duyduğum yazarlardandır Salinger.

Belki de Herman Melville''nin "Yapmamayı tercih ederim" sözüyle "yeryüzü red edebiyatı"na kazandırdığı kahramanlardan Katip Bartleby''nin şürekasından olduğu içindir tattığım bu mutluluk.

Bizde de red edebiyatının örnekleri ziyadesiyle vardır ama çoğu şiirde kendini bulmuştur.

"Tek Parti" döneminin insan, toplum ve edebiyat tasarımına karşı bir reddiyeyi ifade eder.

Mesela "İkinci Yeni", yahut "Sivil Şiir" denilen akım, kendi dışından gelen modellemelere karşı yankılanmış bir çığlıktır.

Dünya çapında şöhret kazanan Salinger özel hayatında tanınmamayı, görünmemeyi tercih etmişti.

Tek romanı, kendi çocukluğuna benzer bir yaşamı anlatan "Çavdar Tarlasında Çocuklar" idi.

Bizde hem "Çavdar Tarlasında Çocuklar", hem "Gönülçelen" adıyla yayımlanmıştır romanı.

"Franny ve Zooey", "Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar ve Seymour Bir Giriş" isimli, yedi kardeşli Glas Ailesi''ni anlattığı uzun öykülerinin yanısıra "Dokuz Öykü" kitabını da zevkle okuduğumu hatırlıyorum.

"Adam Öykü" dergisinde yayımlanan kimi hikayelerini de kaçırmadım tabii.

1960''ların ortalarından beri yazmamıştı Salinger ya da yazmıştı da yayımlamamıştı.

Şöhrete, görünmeye ve bilinmeye karşı kalın duvarlar oluşturduğundan ötürü Salinger de "Trevanian" gibi "dünyanın en gizli yazarları " arasındaydı.

İspanyalı yazar Enrique Vila-Matas red edebiyatının kahramanlarını incelediği "Katip Bartleby ve Şürekası" isimli kitabında New York''ta Beşinci Cadde otobüsünde Salinger ile bir karşılaşmasını anlatır.

Tabii bir kurgudur, Salinger''le bir otobüste falan karşılaşmamıştır Enrique ama en azından hayal etmiştir.

Mesela "Bay Salinger, acaba şu kağıda efsanevi imzanızı atmak lütfunda bulunur muydunuz? Tanrım, ne kadar hayranım size" demiştir.

Bu hayali teklife Salinger''in vereceği cevabı da yine kendisi seçmiştir:

"Ben Salinger değilim".

Saplantı diyebilirsiniz belki ama aynı zamanda soylu bir davranış olduğunu kabul etmeye de hazırsınızdır.

Mahremiyetini korumak konusundaki kıskançlığı dillere destandır çünkü Salinger''in.

Özel hayatına ilişkin anılarını dile getiren kendi ailesinden biri bile olsa, affetmemiştir.

Ne fotoğraf vermiş, ne röportaj yaptırmış, ne de ekranlara çıkmayı kabul etmiştir.

Şöhret onun peşinden koşmuş, o ise şöhretten hep kaçmıştır.

Bir yirminci yüzyıl edebiyat fenomenidir ve yanısıra modernizme, modernizmin kitle iletişim araçlarının mahremiyet tanımayan saldırganlığına karşı bir münzevinin o muhteşem direnişini de simgeler.

Zaten bu yüzden de saygıyı hakeder.

Toprağı bol olsun.

il y a 14 ans
Kahır mektubu..
Çok hayâtî bir dört sene
Kum saati
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed