|
Kurban"ın olduğum

Prof. Bayraktar Bayraklı''nın yazısında dikkatimi çekti. Meğer "kurban", Hz. İbrahim''le başlayan bir ibadet değilmiş. Daha ilk insan ve Peygamber olan Hz. Adem''in oğullarına ilişkin bir âyette, bakın nasıl söz ediliyor kurbandan:

"Onların, Adem''in iki oğlunun gerçek haberini oku: Hani onlar Allah''a yaklaştıracak birer kurban kesmişlerdi. Birininki kabul oldu, diğerininki ise kabul edilmedi." (Maide, 27)

Demek ki kurban ibadeti, insanlığın ilk atası ve ilk peygamber Adem Aleyhisselâm''la başlıyormuş. Fakat buna rağmen kurbanı biz, gene de Hz. İbrahim''le başlatmayı âdet edinmiş öyle anlatıp duruyoruz.

Kuşkusuz bunda, İbrahim Aleyhisselâm''ın vaadettiği biçimiyle, oğlunu Rabbi''ne kurban etmeye kalkışmasının büyük bir rolü bulunmalı. O trajik sahne; İbrahim''in oğlunun melûl-mahzûn bir rıza ile boynunu uzattığı o sahne yok mu? Ortadoğu''dan neş''et ilâhî dinlerin sâliklerinin şuurunda ve şuur altında, bu kurban sahnesi alabildiğine yer tutmuş. Orta yerdeki hadise, Rabbin kulunu bir nevi sınaması işte!.. Oğlu sınavda, peygamber baba sınavda.

Can kurban

İslâm medeniyeti atmosferinde yoğrulan biz Türkler''de, bilmem bu hadiseden mülhem midir nedir, kurbana ilişkin muhtelif dil kullanışlarına rastlıyoruz. Özellikle halk kültüründe, halk ve tasavvuf edebiyatında ve daha derin mânâlarıyla da divan edebiyatında; "kurbân olmak" gibi bir terkibe oldukça sık tesadüf ediyoruz: "Kurban olam kalem tutan ellere" "Kurban olam o kaşı kâreye/karaya", "Kurbanın olam bize yok mu mürüvvetin?" "Can kurban o yâre" vs.

Burada ilk dikkati çeken de, kişinin kendisini, bir başkasına adaması, vakfetmesi ve daha ötede de "kurban etmesi" oluyor. Muhakkak ki Hz. İbrahim''in oğlunu kurban etmeye kalkışması, ilâhî bir taahhüdün icabı idi. Burada ise, daha farklı bir durum sözkonusu. Bu farka rağmen, o eski hatıra ile dolaylı bir ilişkinin varlığı hissediliyor. Bildiğimiz gibi kurbanın anlamı yakınlaşmaktır. İnsanın Allah''a yaklaşması için başvurulan bir ibadet değil mi zaten kurban.

Hadiseye böyle yaklaşıldığı zaman, yukarıda zikredilen "kurban olmak", "kurbanın olam" gibi dil kullanışlarındaki muradın; kavuşması mümkün olmayan iki kalpten birinin diğerine yönelik hasreti anlamına geldiği daha iyi anlaşılır. Kendini muhatabına/sevgilisine vakfederek ona yaklaşmak!.. Yani kendinden vazgeçerek büsbütün ona âit kılmak. Kendini adamak ve kurban olmak!.. Ayrı yaşamanın imkânsızlığına derin bir vurgu ile kendini bir başka varlıkta fâni kılmak.

Sürekli kurban oluşlar

Belki bu izahlar, kasdı mahsusu tam olarak anlatmaya kâfi gelmiyor. Temelde bir mecaz olan "kurban olmak" tabiri, sırf beşerî aşklarla da sınırlı değildir. Eski aydının, din ve tasavvuf kültürü içinde kaydettiği mesafeler arttıkça, kurban olmak tabiri de yeni yeni anlam katmanlarında cevelân etmeye başlar. Din ve tasavvuf insanda didaktik algılamaların ötelerine geçtikçe, artık "kurban oluş"ların muhatabı da kademe kademe değişir. Bakın üstad Fûzûlî neler söylüyor:

"Halk-ı âlem ıyd (Kurban Bayramı) içün yılda bir kez kurban keser/Dembedem, saat-be-saat ben senin kurbanınem."

Bu beyti herkes dilediği gibi okuyup algılayabilir. Normal beşerî bir aşk için de, vecdi yüksek tasavvufî aşklar içinde geçerlidir. Fakat üstad Fuzûlî''nin kasdı mahsûsu hangisidir acaba? Hiç kuşkusuz burada derin bir dinî vecd ve soyut tasavvufî algılamaların şifreli dil kullanışları önümüze geriliyor. "Dembedem, saat-be saat" yani idrak ettiğimiz her yeni an itibariyle, "ben senin kurbanınem" diyen Fuzûlî; İslâmî hikmet icabı olarak her nefes verişimizi bir ölüm yani kurban oluş; her nefes alışımızı da yeniden hayata dönüş yani diriliş olarak idrak ediyor. Demek ki bir ömür boyu aldığımız her nefes bir yeniden yaratılma, her nefes verişimiz de tekrar tekrar ölümler, yani yaradanımıza kurban oluşlardan ibarettir.

Her an ölüm-her an dirilişler

Onun için çılgın bir şiir dehâsı olan Nef''î "Onsekiz bin âlemî seyreylemek lâzım değil" diyor ve arkasından da aldığımız her nefesi bir "feyz-i Hak" kabul ederek Rabbi''ne şükrediyor: "Bir nefes feyz-i Hak, bin özge âlemdir bana!.."

İşte insan olarak ömrüzün hülâsâsı!.. Her nefeste şükür!.. Arkasından da, aldığımız her nefesle nâil olduğumuz bir nimeti ve hayatı, Gaffârü''z-zünûb Allah''a bîteviye kurban edişler!..

Bu hakikatlerin ışığında; bir birine karşı derin bir hasret ve iştiyâk duyan Hz. Adem ve Havva''nın yeryüzünde ilk buluştukları nokta olan Arafat''ta vakfeye duranların, kara donlu Kâbe''yi tavaf edenlerin, her ne şekilde olursa olsun yüksek bir ideale ve aşka kendilerini vakfedenlerin, bilcümle ehli İslâm''ın ve tanıdığımız-tanımadığımız bütün okuyucularımızın Kurban Bayramı''nı tebrik ediyoruz.

25 yıl önce
Kurban"ın olduğum
Millet Kütüphanesi ve Diyarbakırlı Ali Emiri Efendi
Paradigmaya kafa tutan simitçi
Küfre küfür, kâfire kâfir diyememek
Batı çalar, CHP oynar…
Rusya yaptırımları, ABD’nin Türkiye uyarısı ve çifte standardı