|
"Gene de dünya dönüyor"

Galile "Gene de dünya dönüyor" ifadesini, kendisini "Dünya dönüyor" dediği için yargılayan mahkemeden çıkınca söylemişti. Mahkeme ona duruşmada canını kurtarma karşılığında "Dünya dönmüyor" dedirtmeyi başarmıştı. Ama dünya dönüyordu ve Galile de duruşmadan çıktıktan sonra, "Evet sizin egemen olduğunuz ortamda yenildim ama bu, gerçeği değiştirmedi" demek istemişti.

Şimdi AİHM kararından sonra şöyle bir söylem okunuyor laikçi çevrelerin tavrında:

-Bugüne kadar biz dövüyorduk din eksenli bu gelişmeyi, ama şimdi Avrupa ile birlikte döveceğiz. Avrupa''nın özgürlükçü çizgisinden kuşkulanmamız boşunaymış, işte o da bizim dövme hakkımızı onaylamış bulunuyor. Bundan sonra bugüne kadar uygulanan laikçi çizginin meşruiyyetini kimse tartışamaz.

Bu söylemin bir ileri adımında dindar kesime yönelik mesaj var:

-İçerde 28 Şubat''la yenildiniz. Avrupa''nın özgürlük çizgisi sizin için bir umuttu. Ama işte onun özgürlük çizgisi içinde de yeriniz yok. Yenilgiyi kabul edin ve şu an varolanı kutsayın.

Bu söylem, gerek hukuki, gerekse fiili zorlamalarla başörtülü öğrencilerin üniversite yolunu kapadığında da "başörtüsü sorunu çözüldü" diye manşetlere çıkmıştı. "Başörtülüler yenildi ve başörtüsü sorunu çözüldü" demekti bunun özü.

Ben de diyorum ki, tüm bunlar Türkiye gerçekliği dikkate alındığında Galile duygusu oluşturuyor sadece...

Yazacaklarımın, konuyu dövme-dövülme, yenme-yenilme boyutunda algılayan ve ortaya çıkan sonuçtan sadist bir zevk duyan kesim için anlamı olmayacağını biliyorum. Onlar vahşi bir iktidar ile her şeyin çözülebileceğine inanıyorlar. Onun için onlara hitap etmiyorum. Aradığım biraz daha aklı selim, biraz daha sorumluluk, biraz daha sosyolojik hassasiyet ve nihayet biraz daha Türkiye sevgisidir.

Açık olarak şunu söylüyorum:

-Sorun çözülmedi.

Yani "Dünya dönüyor!"

Ne demek "sorun çözülmedi?"

Bu yapılan boyun eğdirme üslubudur. Boyun eğdirme, uzun vadede sorunları sadece besler, büyütür ve çok daha vahim boyutlarda patlamasına yol açar.

Sorun şudur:

-Türkiye''de din-devlet-toplum ilişkisi başından beri sağlıklı bir dengeye oturmamıştır. 1937''de "laiklik" kavramıyla Anayasa''ya giren bu denklem, sürekli bir sancı alanıdır. Sancı, 28 Şubat süreciyle görülmüştür ki sadece siyasi alanı değil, eğitim, ekonomi, bürokrasi, dış politika, bürokrasi dahil toplum-devlet ilişkilerinin bütün alanlarında etkili olmaktadır. Sorun sadece İslam eksenli bir siyasi hareketin varlığı ile sınırlı değil, yani onu ortadan kaldırınca çözülecek nitelikte değil. Çünkü o da, aslında temelde varolan denklemdeki sağlıksızlığın bir sonucudur. Israrla yazdım, bu konunun anahtar kavramlarından biri olan "irtica suçlaması" hiç de İslam''ı "referans" olarak almayan sağ-merkez siyasi hareketlerin liderleri için de gündeme gelmiştir. Ali Fethi Okyar''ın partisi kapatılmıştır. Menderes asılmıştır. Demirel, "irticanın üç ayağından biri" olarak suçlanmıştır. Özal, MSP adaylığını sürekli sırtında taşıyan bir lider olmuştur. DP lideri Bayar, bir ara İnönü''yü bile Bursa''da dağıtılan aleyhte bildiriler sebebiyle "irticaya taviz vermek"le suçlamıştır. Bunların hiçbiri "Siyasal İslamcı", partileri de "İslam eksenli bir siyasi hareket" değildir. Yaptıkları ise, din-toplum-devlet ilişkisindeki sancıya çözüm çerçevesinde, biraz daha toplum beklentisine yakın durmalarıdır. Öteki çizgi, toplumdan rağbet görmemesine karşılık, bu siyasi çizgi her dönem, iktidar adayı olmuştur. Yani şu söylenebilir ki, devlet tavrı, toplumun din alanındaki özgürlük beklentilerine olumlu yaklaştıkça, toplumun devletle problemlerinin azaldığı, devlete desteğinin arttığı gözlenmiştir.

Bugün Baykal bile, CHP''nin laiklik yorumundaki öteki çizgisinde özeleştiriler yapmaya ve toplum beklentilerine uyum sağlamaya yöneliyor. Buna karşılık öteki çizgi hemen "Baykal''ı da dövmeye" hazırlanıyor. Baykal''ı dövün, Yargıtay Başkanı''nı dövün, liberal aydınları dövün... Tayyip Erdoğan''ı ve yeni çözüm arayışlarını zaten dövmektesiniz... Herkesi dövün ve kendi gerçeğinizi yaşatmaya çalışın. Olmuyor...

Her şey dibe vuruyor Türkiye''de... Bu noktaya gelişte belki başka birkaç madde ile birlikte en belirleyici etkenlerden birisi din-toplum-devlet ilişkisindeki sancıyı çözememektir... Yazık bu ülkeye...

Aklı selime sesleniyorum.

Din-toplum-devlet denkleminde sağlıklı olanı bulmak için önce zihni, sonra fiili çaba göstermek gerekiyor. "Benim doğrum" diye bir özel laiklik yorumu ile sancılı bir formülü dayatmanın laikliğin fundamental bir din haline getirilmesi demek olacağı açıktır. Yani "senin vahiy kaynaklı dinin yerine benim dünyevi dinim" demek bir toplumsal düzeni sağlıklı işletmeye yetmiyor.

İnsanlara, inanç özgürlüğünü doya doya yaşayacakları, kendilerini devletle barışık hissedecekleri, sürekli güvensizlik gözetlemesine muhatap kılınmayacakları bir din-devlet-toplum denklemi bulmak... Türkiye er geç bunu arayacaktır.

Demirel hâlâ, kendisinden başkasını dövdüğü için, Türkiye''yi bu alanda olağanüstü daraltan 28 Şubat çizgisini kutsayacağına bir açılım önerisi sunmalıdır. Org. Cumhur Asparuk''un MGK adına, Avrupa''daki temaslarını önemsediğimi belirttim bu sütunlarda. O davranış pratik anlamda da olsa, yeni bir yaklaşım arayışıydı. Bir ebeveyn, kendi çocuğu ile iletişimi bile döve döve kurmaz. Böyle iletişim olmaz. Siz, bir toplum mukavelesinin yansıması olması gereken devleti, toplum üzerinde mutlak disipline edici bir güç olarak görmek suretiyle, hiçbir biçimde toplumla iletişim sağlayamaz, dolayısıyla çözüm projelerine toplumu katamazsınız.

Galile: Dünya dönüyor!

Türkiye: Sorun duruyor!

Biliyorum şimdi bana "bakın, hâlâ konuşuyor" diyenler çıkacaktır. Ne yazık ki ben değil, Türkiye konuşuyor. Avrupa dayağıyla beslenen sorun konuşuyor.

23 yıl önce
"Gene de dünya dönüyor"
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet