|
Ertelenmiş yüzleşmeler

Bir toplumun tarih bilincinden yoksun olması sadece hafıza kaybına yol açmaz, o toplumun ''gerçeklik algısı''nı ortadan kaldırır. Fernand Braudel; “şimdiyi anlamak için bütün geçmişi seferber etmektir” diye tanımladığı tarih bilgisini/bilincini bir adım daha ileriye taşıyarak; (uygarlık) tarihi “şimdiki zamanın ve zorunlu olarak da geleceğin okunmasına tutulan bir ışık” olarak görür.

Kriz dönemlerinde Türkiye''de yapılan tartışmalar/ayrışmalar, temelde, ''tarih bilgisi/bilinci'' ile gerçeklik algısı arasındaki gerilim çizgisi üzerinde yaşanıyor. Yaşadığımız anla sağlıklı ilişki kurmak, geçmiş/imiz/le tutarlı diyaloga geçmek arasındaki duruşlarda parçalamışlığın yaşandığı bir ülke görünümü sergiliyoruz.

Geçmişe dair hükümlerimiz kesin bir ideolojik ayrıma işaret ediyor ve aydınlar nezdinde kamplaşmanın en katı biçimde tezahür ettiği alan tarih/e bakışımızda, tarihi yorumlayış biçimimizde saklı. Tarih karşısında takındığımız tavrın bu ülkeye dair gelecek tasavvurlarımızı belirlediğinin çoğu kez farkında olmadan yapılan tartışmalar bugünün dünyasında bir karşılık bulmuyor. Tarihi geçmiş olaylar yığını olarak görüp onu zihnimizde dondurduğumuz takdirde gelecek ufkumuzu da rehin aldığımızın farkında bile olmuyoruz.. Oysa bu ülkede esas hesaplaşmanın tarih üzerinden yapılıyor olması yani tarihin bir bakıma ideolojik değer haline getirilmesi okumuşlarımızın toplum ve ülkesiyle kurduğu ironik ilişkiyi açıklayan bir fenomene dönüşüyor.

Tarihle şu veya bu biçimde kurduğumuz veya kuramadığımız ilişki biçimi aydınlar katında yaşanan bir kişilik parçalanmasının tezahür şekli olarak toplumsal planda kimlik bunalımına, daha geniş çerçevede medeniyet sorununa dönüşmektedir. ''Ortak hafıza''daki bu parçalanmışlık hali sadece geleceğe dair ortak hedefler üretmemekle sınırlı bir durum ortaya çıkarmıyor şüphesiz. Bu nedenle, şimdiyi anlamanın geçmişi seferber etmekten geçtiği ihtarını yapan Braudel''den ders çıkarmaktan aciz Türk seçkinlerinin bu ülkeyi kuşatacak hiçbir ortak hedef üretememelerine saşmamak gerekir.

Tarih bilincinden yoksun olanların ortak, tutarlı ve toplumu yarına taşıyıcı bir gelecek tasavvurları olamayacağı gibi daha da vahimi gerçeklik algıları da yoktur. Ne yaşadığımız çağın gerçekliğini algılayabilirler ne de kendi toplumlarının gerçeklerini. Medeniyet kurmuş bir toplumun ortak bir tarih tasavvurunun olmaması yarınlara ilişkin bir medeniyet iddiasının da olmaması demektir. Toplumsal olarak hangi medeniyetin çocukları olduğu konusunda uzlaşamayanların maddi varlık iddialarını çoktan yitirdikleri söylenebilir. Tarih ve gelecek ilişkisi bir toplumun uzun yürüyüşü açısından varoluşsal bir sorundur.

Gelmiş ve geleceğin buluştuğu kavşakta, ''şimdi''yi anlamlandırabilmek yani varoluş hakkın elde edebilmek için ortak bir havuzda biriktirilen, damıtılan geçmiş ve gelecek tasavvurunuzun var olması gerekir. Bu ortak havuz aydınların bilinci, toplumun vicdanında ortaya çıkar.

Türkiye''de neden en küçük sorun karşısında bile bu kadar derin kamplaşmalar yaşanıyor? Sadece iç sorunlarda değil, ortak çıkarları ilgilendiren uluslararası problem alanlarında bile neden müşterek, belli bir hedef tayin edilemiyor? Geçmişle kurduğumuz ilişkilerin bu kadar farklılaşması bugünkü konumumuzu anlamlandıracak ortak çözümler üretmemizi engelliyor. Dahası ülkemizin gerçekliğini dair olan gerçeklik algımızı yitirmemize neden oluyor. Herkese ve her kesime göre değişen ütopik yarınlar ve hayali geçmiş/tarih yorumları bir kenara bırakılsa bile bugünü algılamakta zorlanıyor, asgari düzeyde hayatiyetimizi sürdürecek bir gerçeklik tasavvuru geliştiremiyoruz. ''Hayali toplum modelleri''mize uygun hayali gömlekler giydirilen millet adına bugünü tartışmakla zaman geçiriyoruz.

Ortadoğu''daki kriz artarak gündemimize geldikçe Türkiye, sadece bu zamana kadar ertelediği geçmişiyle hesaplaşmak zorunda kalmıyor aynı zamanda yok saydığı kendi jeokültürel zeminiyle bir şekilde yüzleşmek gereğini hissediyor. Yapılan stratejik tartışmaların bu denli kaos ve bölünmüşlük görüntüsü vermesinin temelinde bu zamana dek hep ihmal edilen tarihle hesaplaşmaya ve bizi kuşatan bu jeokültürel alanla yüzleşmeye hazırlıksız yakalanmanın telaşesi yatmaktadır.

Tezkere kriz/lerinden Kürt sorununa ve irtica paranoyasına kadar varan bir dizi iç ve dış korkularımızın temelinde bu zamana kadar ertelenmiş yüzleşmeler yatmaktadır. Politik tercihlerin dışında hiçbir ülke, Lübnan konusunda bile Türkiye kadar tartışma yaşamadı; daha doğrusu taraflar arasında bu denli derin bölünmüşlükler ortaya çıkmadı.

Lübnan tezkeresi nedeniyle ortaya çıkan Türkiye manzarasının özeti şu: Ertelenmiş hazine borçlarının yol açtığı ekonomik krizler gibi ertelenmiş yüzleşmelerin siyasi ve kültürel krizlerini yaşıyoruz.

18 yıl önce
Ertelenmiş yüzleşmeler
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri