|
İkiz Kuleler çökerken

Ünlü Fransız sosyolog ve tarihçi Raymond Aron; “tarih, ölmüş olanların hayatının, yaşayanlar için hayattakiler tarafından yeniden kurulmasıdır” der. Ve devamla “insan, tarihsel bilginin aynı zamanda hem öznesi ve hem de nesnesi” oluşuna vurgu yapar. Yıldönümlerinin gündemde olduğu şu günlerde (11 Eylül olayları, 12 Eylül darbesi vs) tarihle kurduğumuz geçmiş/e ait gerçeklik bilgisi ve de nesnellik ilişkisi sorunu gündeme geliyor.

İnsan düşüncesinin ortaya çıkarılması için üçlü şema öneren Toynbee bunları kayıt, açıklama ve kurgu ana başlıklarında toplar. Gerçekleri “kayıt ve açıklama”nın tarih ve bilimin işi olduğunu görürken ''kurgu''yu roman ve drama tekniği olarak sanata bırakır. Ama bir medeniyet tarihçisi olarak Arnold Toynbee, “ tarihin bilim ve kurgu ile ortaklaşa teknikleri kullanmak bakımından masum olmadığını” söylemek ihtiyacını hissedecektir.

Tarih felsefesini ilgilendiren bu konulara değinmemizin nedeni insan olarak sahip olduğumuz en önemli ayrıcalığı, ''gerçeklik algısı''nı buharlaştıracak şekilde, yaşadıklarımızın, ''kastedilmiş gerçeklik kurgusu''nun saldırısı altında oluşudur. Geçmiş zaman gerçekliğini “yaşayanlar için hayattakiler tarafından” şartını koyan Aron''a nazire yaparcasına yaşayan gerçekler hayattaki bir azınlık tarafından yaşayan bizler için yeniden kurgulanmaktadır. Oysa, üzerinden tarih olacak kadar zaman bile geçmemiş gerçeklikler yeniden kurgulanarak medyatik bir dille aktarılırken ideolojik endoktrinasyon aracı haline getirildiğinin farkında değiliz... Gerçeklik algımız, her gün okuduğumuz olmuş ve olmakta olan gerçeklere dair enformasyon sağanağı altında buharlaş/tırıl/maktadır.

Dün 11 Eylül olaylarının 5. yıldönümü idi; yani üzerinde tarihçilerin söz söylemeye başlayacakları kadar zaman bile geçmedi. İçinde yaşadığımız süreçte “tarihin yeniden yazılmakta olduğu” söyleminden başka gerçeklikle bir temasımız kalmamış durumda. Yazılışına tanıklık ettimize inandırıldığımız bu tarihin de nasıl olsa bizim dahil ol/a/madığımız birilerinin yazıyor olması gibi bir algı durumuyla çağa ve olaylara yabancılaşıyoruz. Aslında bu yabancılaşma; bizim dışımızda gelişen olaylara dair sorumluluklarımızı başkalarına bırakmamızdan ibaret değil; insan olarak temel vasıflarımızdan en azından bir kısmını iptal etmek durumuna gelmiş olmamızdır… Bu durum, insanlığın top yekun olarak, enformatik cehalet içinde kendini iptal etmesidir.

Bir yanda tarihin yeniden yazılışına tanıklık ederek yaşanmakta olan hayatın ''özne''si olduğumuza inandırılırken, diğer tarafta yaşayan hayatın ''tarihileştirilmesi''yle ''nesne''si haline getirildiğimiz bir gerçeklik sapmasını aynı anda yaşamakta; hasılı, hayata ve hepsinden önemlisi kendimize yabancılaş/tırıl/maktayız

Gerçeklik algısının kaybolması sadece yaşanan hayatla kurduğumuz sahte bir nesne-özne ilişkisinden kaynaklanmıyor elbette. Daha derinlerde bir ahlaki ve varoluşsal düzlemde bir gerçeklikten öte ''hakikat/in sap/tırıl/ması'' yaşanmaktadır. Değerler sistemini çökertilerek hayat karşısındaki varloşumuza anlam kazandıran, meşruiyet sağlayan tüm yapı çökertilmektedir. 11 Eylülle birlikte çöken nasıl sadece ''ikiz kuleler'' değilse, Lübnan''a İsrail saldırısının nedeni nasıl kaçırılan ''iki asker'' değilse; yaşamaya itildiğimiz yabancılaşma sorunu da sadece enformasyon-dezenformasyon ''ikilemi''ne indirgenemeyecek düzeyde varoluşsal sorundan kaynaklanmaktadır. Sorun, suçlunun kim olduğunda değil, bundan hareketle yeniden tanımlanan ''suç''tan başlayarak hak ve hakikat kavramının içeriğine/tanımına yapılan müdahaleye kadar genişlemektedir. 11 Eylül sonrası, dayatılan savaş ve kan kokan saldırganlık fiziki varlığımızdan çok değerler sistemimize yönelik açık bir saldırı haline dönüştü.

Çöken kulelerin altında kalan bir sistemin savaş açtığı dünyanın değerler sistemini çökertmeden varlığını sürdürmesinin mümkün olmadığı stratejisin izlediği açık hale gelmiştir. Her kavram samimiyetsiz içerikle yeniden tanımlanarak karanlık maceralara kılavuz olmak üzere yol feneri gibi elimize tutuşturuluyor: demokrasi, insan hakları, kadının ezilmişliği, terör, gelişmişlik, uygarlık…

İslam dünyası ile birlikte tüm dünya adeta bir yalan imparatorluğunun enformatik köleleri haline getirildi. Tüm insanlık, dünya ça/pında cinayetleri sadece dezenformasyonla değil ortak zeminde buluşabileceği temel değerleri deforme ederek kabul eder hale getirilmektedir. Gerçeklik sapması hakikat saptırmasına dönüşmüştür; küresel imparatorluk bu temel üstünde yükselmektedir.

İslam dünyası elindeki şaşmaz hakikatlere rağmen, medeniyetine, değerlerine, tarihine karşı kuşku ve sapma içine itilmek istenmektedir. Tüm insanlıkla birlikte İslam dünyası da bu kuşku, korku, sapma çağını aşmadan ne kendine yabancılaşmadan kurtulabilir ne de çağın karabasanından.

18 yıl önce
İkiz Kuleler çökerken
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet