|
3.5 Spartalı"dan itiraflar

Turkcell"in turbo internet reklamı "3.5 Spartalı"nın Hikayesi"ni ne zaman görsem, "Biz adam olmayız" takıntısıyla kendisine benzetemediği herkese burun kıvıran ve bu nedenle de o güzelim "muhalif" sözcüğünün içini katiyen dolduramayan bazı arkadaşlarımız aklıma geliyor.

Reklamdan ve elbette esin kaynağı filmden hatırlayacağınız gibi 300 Spartalı"nın kahramanı Kral Leonidas, ekranda en ufak bir boşluk bırakmadan yerde mantar gibi biten savaşçılara bakarak gururla diyor ki:

"Spartalılar! Kardeşlerim! Cesur olun. Onlar dev bir orduysa biz de 300 Spartalıyız! 300 Spartalı! Onları..."

Arkasındaki 3 kişilik kurmay heyetinden biri Leonidas"ın sözünü kesiyor:

"Çok iyi gaz veriyorsun. Lafını kesmek istemem ama biz 300 kişi değiliz. An itibarıyla 3 kişiyiz..."

Birinin "Nasıl olur oğlum, alayımız 300... Konsept çöker!" itirazına diğerinin "Abi parça parça indiriyoruz internet çökmesin diye. Bak 4. adamın yarısı yeni yüklendi daha" diye cevap verişine, kafasız kolsuz yarım bedenli 4. savaşçının haline gülüyorsunuz ister istemez. Devamında "Geri Bas taktiği" uygulayan 3.5 Ispartalı"nın ricat haline, özellikle de yarım bedeni internetten indirilebilmiş savaşçının kafası kesilmiş tavuk gibi yönünü şaşırmasına da gülüyorsunuz.

Bu komik reklam çalışmasındaki "çöken konsept" ile bizim "çakma muhalif"lerimiz arasında nasıl bir irtibat olabilir ki?

İşin içine komedi girdi mi saçmalıklar yadırganmaz. Tıpkı, hem "Biz adam olmayız" karamsarlığı hem de her seçim öncesinde hayallerin kaplarından taştığı büyük umutları arasında sallanan bu arkadaşlarımızın güney sınırlarımızdaki savaşın acıları üzerinden ufukta iktidarı zorlayabilecek "bir ihtimal" daha görmüş olmalarını yadırgamadığımız gibi. Komikten trajediye, "Güleriz ağlanacak halimize"ye uzanan ve sonuçta yerleşmeye başlayan bir kanıksama duygusundan başka bir şey değildir...

Bu nedenle CHP"nin önce tezkereye hayır deyip ardından başka bir tezkere önermesini de yadırgamaz olduk.

Seçim öncesinde çok büyük sempati toplayan ve kitle partisi olmaya niyetli olduğu algısını oluşturmayı başaran Selahattin Demirtaş"ın, kazanımlarını kolaylıkla sağa sola saçarak üzerinden atacağı izlenimini veren "Kobani düşerse Ankara düşer" tehdidini de yadırgamaz olduk. Kısa sürede bu kadar belirgin zikzaklar çizmesini fark etsek de yadırgamadık.

Videoları hızla internetten indirme vaadinde bulunan Turkcell"in 300 Ispartalı reklamındaki "itiraflar"ı ve yavaş internetle işaret edilen "idrak kusurları"nı göz önünde bulundurarak bizim muhaliflerimize küçük bir tavsiyede bulunmak istiyorum:

Turkcell"in reklamını mutlaka izlesinler... Hem de defalarca... Hem de eğitim çalışması olarak... Konseptlerinin çökmemesi için.

Savunma hücumu kabullenmektir

Şahan Gökbakar"ın başlattığı, Cem Yılmaz"ın da nezaketle cevap verdiği, tabir-i amiyaneyle "rüzgara karşı kim daha uzağa işer?" benzeri bir atışmanın iletişim boyutunda kimin işine yarayabileceğine bakmak lazım. İlk iki haftada hangisinin daha çok seyirci topladığı ve kimin daha çok gişe başarısı elde ettiği sorusunun yanıtı basında tablolar ve grafikler üzerinde aranıyor. Magazinden ekonomi sayfalarına kayan bu gişe savaşı haberlerinden kimler kazançlı çıkacak dersiniz?

Bir: Bu atışma Şahan Gökbakar"a yaramaz. Neden? Kayıkçı kavgası ve hazımsızlık olarak algılanır.

İki: Her ne kadar dozunda esprilerle karşılık verse de cevap verdiği sürece Cem Yılmaz"a da yaramaz. İletişimde savunma, hücumu kabullenmek demektir. Hücumu kabullenmek ise, yenilgi olasılığını kabullenmek demektir. Oysa bu gibi durumlarda susmak, "Dostun sitemini anlamamak, dosta sitemdir" çerçevesi içinde en iyi müdafaa yöntemi olabilir.

Üç: Bu atışmadan sinema sektörü de bir şey kazanmaz ve kaybetmez. Çünkü

Şahan Bey dedi diye seyircisi Cem Yılmaz filmini görmeyelim, demez.

Dört: Medya kazanmaz. Starları birbirine düşürmek, anti-star politikası izlemek, starların haberleri üzerinden ekmek yiyen magazin basını ve medyanın lehine değil, aleyhinedir.

Beş: Seyirci de bir şey kazanmaz, tersine kaybeder. Çünkü iki testi birbirine çarparsa; biri kırılsa da diğeri en azından çatlar. Gönül verdiği starında görülebilecek hasar da seyircisine iyi gelmez.

Bu mesele, belki bir tek şöyle bir yarar sağlayabilir:

Bu rekabet, "Kalite reytingi" denilen kavramın seyirci tarafından biraz daha algılanmasına yarayabilir.

Ölümden korkmamak mümkün mü?

Arada sırada bu sütunlarda izlediğimiz filmlerden söz ediyoruz. Sinema yazarı olma zehabına kapıldığımızdan değil. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi "Hayatı okumak" için "sinemayı okumayı" öğrenmenin, nerede olunursa olunsun ileri bir adım atabilme imkanı sağlayabilmesi nedeniyle.

Son izlediğimiz film 2011 yapımı "A Little Bit of Heaven" (Bir Tutam Cennet) Yönetmeni: Nicole Kassell. Başrollerde Kate Hudson ve Kathy Bates"i izliyoruz.

Filmin içeriğinde kolon kanserine yakalanan hayat ve neşe dolu, dünyadan ram almak için yaşayan, genç bir kadının öyküsü anlatılıyor. Ama özü şu:

İnsan ölüm korkusunu yenebilir mi? Nasıl yenebilir?

Bu korku hangimizin içinde yok ki? Sırf bu nedenle bu filmi izlemenizde yarar var. Genç kadının ölüm korkusuyla nasıl baş ettiğini tabii ki söylemeyeceğim. Keşfetmeyi size bırakıyoruz.

10 yıl önce
3.5 Spartalı"dan itiraflar
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri