Beş gün sonra yılbaşı…
Kültür ve değerler konusunda, ülkemizde millî mutabakatın tam anlamıyla sağlandığını iddia edemeyeceğimiz günlerden biri…
İşin derin anlamını ele almadan fenomenine bakarsak eğer, üç tür yaklaşım biçimini gözlememiz mümkün…
Bu ikinci grup geceyi, televizyondaki programları seyrederek geçirir.
Yılbaşı gecesi geldiğini düşündükleri Noel Baba, aslında bilindiği gibi ait olduğu Hristiyan kültüründe, 24 Aralık gecesi teşrif eder… Hatta bacadan girer…
Bizim Batı tarafından vaftiz edilmiş zihinlerimiz, işte böyle bir karmaşa içinde yuvarlanıp dururken, yılbaşı tebrikleri bu çerçevede çok komik ve üzerinde düşünülmesi gereken bir hâl almayı sürdürüyor…
Bayramlarda olduğu gibi kopyala yapıştır sözlerle, standart hareketler çekenler; içinde içki, çikolata, kuruyemiş, cips bulunan sepetleri karşındakinin kültür ve değerlerinden bihaber olarak içine şirket yöneticilerinin dört beş kartvizitini koyup gönderenler; yaratıcı çalışma yapmak adına abuk sabuk, “kitsch” sayılabilecek resim ve heykelcikleri gönderenler; vicdanı sızladığı için değerlerinden kopmamak adına yılbaşını kutlarken araya İslami temenniler sıralayanlar…
Bir kültür çorbası ve karmaşasıdır gidiyor…
Öte yandan bunu ülkemizdeki çok renkliliğin bir tezahürü ve kıymeti gibi görenler yok değil… “Ne güzel; o da var, bu da” diyenler…
Peki, ben nasıl hissediyorum?
Bir kere, hediye almaya bayılıyorum. Ayrıca, vesile ne olursa olsun hatırlanmaya da… Bir tek koşulla… Standartlaşmayacaksa, böyle günlerin ezberi hâline gelmemişse, işin keyifli kısmını ortadan kaldırıp yalnızca yasak savmaya yaramayacaksa ve değerlerle göz göre göre çatışmayacaksa…
Yeni yılınızı şimdiden kutluyorum…