|
“Buna” katılıyor musunuz?

“Kitap Postası sordu: Tasavvufi Eserlerin Neşri İrşad mı Eder, İfsad mı?

“Dücane Cündioğlu Yeni Şafak''ta 23 Temmuz tarihli yazısında, tasavvufi eserleri neşretmek irşad değil ifsaddır, dedi. Biz de bu vesileyle ilgili yazar, akademisyen ve yayıncılara buna katılıp katılmadıklarını sorduk.” (sy. 18, s. 41-44, Eylül 2006)

“Tasavvufî Neşriyat Tartışması” başlığıyla kapaktan duyurulan bu dosya, dergideki imzaya bakılırsa, Kâmil Büyüker tarafından hazırlanmış.

Güya yaptıkları dergicilik... Bazı zevat-ı muhtereme''yi telefonla arayın, “Buna katılıyor musunuz?” diye sorun, onlar da ciddiye alıp size yazılı veya sözlü cevap versinler; sonra bu cevapları bir araya getirip dosya diye yayımlayın!

Bu hafifliği hiç ciddiye almayıp görmezlikten gelebilirdim, ama kendilerini, yayın hayatına attıkları ilk adımda –hem de bir yazıyla katkıda bulunmak suretiyle– desteklediğim bir derginin, şimdi böylesine laubali bir dosyayla okurun karşısına çıkmasına ve hak ettiği ehemmiyet ve ciddiyeti hiç nazar-ı itibara almaksızın konuyu sulandırmasına seyirci kalmak istemedim.

Sadece sorunun üslûbundan değil, kanaatlerini dermiyan eden ilim adamlarımızın verdikleri cevaplardan da anlaşıldığı kadarıyla, bu dosyayı hazırlayan kişi ya da kişiler akılları sıra ortalığı kızıştırmaya çalışmışlar.

— Buna katılıyor musunuz?

— Neye katılıyor muyum?

— Dücane Cündioğlu bir yazısında, “tasavvufi eserleri neşretmek irşad değil ifsaddır” dedi ya, işte ona.

Soru böyle sorulunca, ilim adamlarımız ile yayıncılarımız da da ister istemez bir cevap vermek zorunda kalmışlar ve söz de açılmışken, hiç değilse konunun gerektirdiği hassasiyeti nazar-ı itibara alıp (muhtemelen bu arada da, “Yâ Rabbî! Bari sen aklımızı fikrimizi koru!” demeyi ihmal etmeyip) meseleye kendi zaviyelerinden açıklık getirmeye çalışmışlar.

Toplam onbir kişi görüş açıklamış. Şimdi bu açıklamaların bazılarından kısa alıntılar yapıp bilhassa derginin soru tarzının tevlid ettiği neticeye dair bir fikir edinmeye çalışalım:

Mustafa Kara: Hülâsa, “tasavvufî eserleri neşretmek irşat değil, ifsattır” cümlesi konunun tartışılması için bilerek söylenmiş ''sivri'' bir cümledir diye düşünüyorum.

M. Erol Kılıç: “Tasavvufi eserler neşredilmemeli” sözündeki mutlak hüküm rahatsız edici.

Mustafa Tahralı: Tartışma kulağıma çalındıysa da izleme fırsatı bulamadım...

Hayreddin Karaman: Dücane Cündioğlu değerli bir dost, düşünür ve yazardır. Yukarıda geçen düşüncesini hangi bağlamda, niçin, hangi şartlara bağlı olarak/olmayarak söylemiş olduğunu bilmiyorum. Böyle bir yazısını okumadım. Onun yazdığından veya düşündüğünden bağımsız olarak benim fikrimi sorarsanız cevabım şudur: ...

Ömer Özveren: “İrşad değil ifsattır” ifadesi bizce yanlış...

Peki, Dücane Cündioğlu, konunun tartışılması için bilerek söylenmiş bu ''sivri'' cümleyi acaba nereden çıkarmış? Bu sözü niçin sarfetmiş? Tam olarak neden bahsetmiş? Kime veya neye istinad etmiş? Görüşlerini nasıl temellendirmiş?

Ne önemi var?

Hiç değilse önemine inananlara yardımcı olmak isterim:

1. Ben bu konuda bir değil, 22-23 Temmuz 2006 tarihli (peşpeşe) iki yazı neşrettim: “Tasavvuf metinleri niçin neşredilmemeli?” “Tasavvuf metinlerinin neşri irşad değil, ifsaddır!”

2. Her iki yazımda da ''tab'' (basmak) değil ''neşr'' (yaymak); ''eser'' değil ''metin'' sözcüklerini kasd-ı mahsusla başlığa taşıdım. Aksi durumlarda, yazı içerisinde gerekli açıklamaları yaptım. (Son ikisinin lugavî anlamını merak edenler varsa, herhangibir sözlüğe bakabilirler.)

3. İbn Arabî hazretlerinin adını ve “birçok eseri” kaydını bilhassa zikrettim.

4. “Tercümelerin ehil kimseler tarafından yapılması gerektiğini söylemediğim gibi bu metinlerin tercüme edilmemesi gerektiğini de söylüyor değilim” şeklinde muradımı üstüne basa basa vurguladım. vs. vs.

Misâlleri artırıp sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Belli ki dosyayı hazırlayan kişi ya da kişiler, yazılarımı hiç okumamışlar, sadece başlığına bakıp “Bak işte bu iyi bir tartışma vesilesi olur!” demişler.

“Bu iş nasıl yapılır?”, “Bir meselenin hakkı nasıl verilir?” gibi soruların cevabını ben vermeyeceğim. Dergiyi yayıma hazırlayan kişi ya da kişiler, yazımı okumayı bitirdikten sonra zahmet edip bu soruların cevabını, mahud dosyanın başına adını yerleştirdikleri Kâmil Büyüker''den almalıdırlar.

Ne garip değil mi, adıyla yayımlanan şu dosyadan, kendisini çok iyi tanıdığım, gayret ve ciddiyetini takdir ettiğim Kâmil Büyüker''in haberi bile olmamış.

Yazık, çok yazık!

18 yıl önce
“Buna” katılıyor musunuz?
O gönül sensin
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi