|
İktidar olmanın gereğini yapmak...

Kudret, gerçekte, bağışlamanın nedenidir, zulmün değil! Hoşgörü, aksini yapabilecekken yapmayanlar için bir erdemdir.

"Varlık vergisi listeleri asıldıktan sonra Salamon kahveye girmiş ve oradakilere sormuş:

- Mişon, sen ne verdin?

- 10 bin 550 lira 20 kuruş!

- İyi paradır, iyi paradır.

- Kirkor, sen ne verdin?

- 20 bin 915 lira 30 kuruş!

- İyi paradır, iyi paradır.

- Yani, sen ne verdin?

- 29 bin 715 lira 40 kuruş!

- İyi paradır, iyi paradır.

- Ahmed Bey sen ne verdin?

- 30 lira 10 kuruş!

Salamon ellerini havaya kaldırmış: "Ey büyük Atatürk, sen ne güzel söylemişsin: "Ne Mutlu Türküm Diyene!" diye." (M. Cezar, XIX. Yüzyıl Beyoğlusu, sh. 448, İstanbul, 1991; krş. A. Aktar, Varlık Vergisi ve ''Türkleştirme'' Politikaları, sh. 185, İstanbul, 2000).

Bu fıkra, 1942-43''de Varlık Vergisi uygulaması sırasında etnik kökenlerine nazaran vatandaşlar arasında yapılan ayrımcılığı hicvetmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti''nin, sadece, unsur-ı aslîsi olan Müslüman Türkler''i mutlu kılacak bir şekilde inşâ edildiğini de îma ediyor. Nitekim gerek Eli Şaul ile Rifat N. Bali, gerekse Ayhan Aktar, mezkûr eserlerinde, Cumhuriyet''in bir ulus-devlet inşa etmek amacına binaen Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkları hedefleyen Türkleştirme politikalarını işbu nedenle tartışmakta ve eleştirmektedirler.

"Anadolu''nun Türkleştirilmesi" sürecinde şu operasyonlara dikkat çekiliyor: 1915''de Ermeni tehciri.. 1922-1924''de Rumlar''a yönelik nüfus mübadelesi... 1934''de Yahudiler''e yönelik Trakya olayları... ve son olarak 1964''de Rumlar''ın sınırdışı edilişi... (Bu son sürgünle ilgili olarak özellikle bkz. Hülya Demir&Rıdvan Akar, İstanbul''un Son Sürgünleri, İstanbul, 1994).

Bütün bunlar acı olaylar... Binaenaleyh acı çeken insanların acılarına -o insanlar hangi etnik kökene, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar- dudak bükmek için insanın insanlıktan nasibi olmaması gerekir... Lâkin yine de olan oluyor, acı çekiliyor... Kim olursa olsun, acıyı insan çekiyor... Acı çekenler için de acı çekiyor... İnsanın âdeta kaderi bu: Acı çekmek!

Acaba devrin idarecileri, iktidar olmanın gereğini mi yapıyorlardı; tıpkı Yahudiler''in İsrail''de Filistinliler''e karşı iktidar olmanın gereğini yaptıkları gibi? [12 Eylül öncesinde karşıt görüşlü bir arkadaşımla tartışırken, ona, "Niçin üzerimize geliyorsunuz?" diye sorduğumda, "İktidar olmanın gereğini yapıyoruz" demişti ve ben bu sözü ilk kez o zaman -16-17 yaşlarında iken- duymuştum.]

İktidar olmanın gereğini yapmak... Bu o zaman için de bir gerçeğin ifadesi değildi, bugün de değil! Çünkü baskıcı yöntemlere/şiddete başvurmak veya karşı tarafa acı çektirmek amacıyla güç gösterisinde bulunmak, iktidar olmanın değil, bir aczin ifadesidir! İktidar olmanın gereği, rahmet sahibi olmaktır, düşmana dahî merhametli davranmaktır. Nitekim âlemlerin rabbi olan Kâdir-i Mutlak, bizlerden her işimizin başında O''nu Rahman-Rahîm sıfatlarıyla anmamızı istemiyor mu?

Kudret, gerçekte, bağışlamanın nedenidir, zulmün değil! Hoşgörü, aksini yapabilecekken yapmayanlar için bir erdemdir. Cezalandırma güç ve yetkisi olmayanların affetmelerinin hiç ama hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü hoşgörü, bir seçenek, hatta bir seçim olduğunda erdemdir, mecburiyet olduğunda ise aslâ!

Muktedir olmayanların hoşgörü gösterilerinde bulunmalarına ise merhamet değil, müdahene denir. (Ne yalan söyleyeyim, güçsüzlerin (!) hoşgörü plaketleri dağıtmaları beni bidayetinden beri tiksindirmiştir. Tek nedeni de hoşgörü plaketlerini bir merhametin tecellisi değil, açık bir müdahenenin alâmeti olarak görmemdir.)

Peygamber Efendimiz (s.a.) Mekke''yi fethettiğinde, kendisine düşmanlık edenleri affetmişti; zira iktidar olmanın gereğini yapmıştı. Osmanlı, tüm tebaasına, özellikle farklı din mensuplarına karşı hoşgörüyle davranmıştı; zira gerçek anlamıyla muktedirdi. Nitekim Fatih Sultan Mehmed de İstanbul''u fethettiğinde iktidar olmanın gereğini yapmış ve ele geçirdiği beldenin insanlarına merhametle muamele etmişti.

Mişon''ların, Kirkor''ların, Yani''lerin -Varlık Vergisi nedeniyle- çok para verdikleri doğru... Vergi listelerinde onların adları başsıralarda... ki hâlâ da öyle... Fakat Milli Mücadele sırasında can verenlerin isimlerinin yer aldığı listeler ne ilginçtir ki sadece Ahmed''lerle, Mehmed''lerle dolu... Salamon''lara, Mişon''lara bu listelerde rastlanmıyor...

Babaannemin babası, dedem İbrahim, muhtemelen ömrü boyunca hiç vergi vermek şansına sahip olmadı, olamadı... Dolayısıyla şikayet de etmedi, edemedi... Çünkü, o henüz baba olmuş kaytan bıyıklı genç bir delikanlı iken Çanakkale''de can verdi.

Bu bakımdan Cumhuriyet devri politikalarını yorumlarken şu husus nazar-ı itibara alınmalıdır: Onlar iktidar olmanın gereğini yapmadılar; ne yaptılarsa muktedir olabilmek için yaptılar!

24 yıl önce
İktidar olmanın gereğini yapmak...
Türkiye, vatanım, sevgilim
Milli Görüş gömlekte değil kalptedir!
“İnsan-sonrası (posthuman) manifesto"
Kürtlerin ikinci “Tek parti dönemi”!
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!