|
Köşeyazarı şımarıklığı

Ülkemizde köşeyazarlar(ı) ile okurlar(ı) arasındaki ilişki, hemen hemen psikanalitik süreçteki analist-analizan ilişkisine benziyor.

Belli başlı köşeyazarlarının bir kısmı "analist narsisizmi" sendromuna tutulmuş birer şişkin/şımarık doktor havalarında, okurlarını veya insanları (gerçekteyse insanı), hem de ne kadar mümkünse o kadar aşağılamayı marifet biliyorlar.

Kurum kurum kurumlanmalar... bilgiçlik satmalar... aman aman "doktores universales" (allâme-i cihan) pozları... gerçekteyse üç kuruşluk google âlimliği... facebook istihbaratçılığı... sonradan görme zevk u safa gösterişleri... ne kadar erişilmez, ne kadar ulaşılamaz bir yaşamın seçkinlerinden olduklarına dair afralı tafralı aktarımlar, palavralar, kakmalar, olmadı kanırtmalar... Paris''te sıradan bir garsonunun bile burun kıvıracağı düzeyde içki kültürüne dair satıraralık gösteriler... gurmelik numaraları, öğrencilik yıllarından kalma karın gurultularını unutturacak açgözlük sendromunun parıltıları... parayla çeşitlendirilmiş bir tıkınmalar dizisinin menüleşmesi...

Eh şöyle böyle çoğunun dünyadan haberi var bu zevatın, ama bilmedikleri bir tek kendileri... Kendilerini bir hılt/halt sanıyorlar, hadlerini bilmiyorlar çünkü. İnsan olduklarını unutuyorlar. Bu yüzden utanmayı da bilmiyorlar. Şımardıkça şımarıyorlar. Kurumlandıkça kurumlanıyorlar. Köpürdükçe köpürüyorlar. Köpükler sönüyor, ''su'' baki kalıyor ama şu meretin cevherinde ne varsa içen köpürüyor... bir kez içmeye görülsün, ânında köpükten balonlar gibi şişiyorlar patlıyorlar, şişiriyorlar patlatıyorlar.

* * *

Bir Fransız psikanalisti, analize devam edemeyeceğini bildiren bir hastasının kendisine şöyle dediğini aktarır:

— Bir analist görmeye geldim, bir insanla karşılaştım!

"Freud böyle buyurmuştur" deyû, ortodoks psikanaliz, üstadlarının izinden gidiyor ve büyük ölçüde geleneğe bağlılığını sürdürüyor. Bu süreçte doktor (analist) ile hastası (analizan) arasına öyle bir mesafe konuyorki ister istemez birinin başı göğe ererken diğeri ezik bir hâlde ve fakat uçmak ümidiyle yerlerde sürünüyor.

Foucault, psikanalisti "kulağını kiraya veren adam" olarak tanımlar. Haksız da değildir. Psikanalistin putlaşması sorunu bir geçim sorunu olduğu kadar, bir kişilik sorunudur. Hastasının karşısında put gibi sessiz duran koca bir kulaktır o!

Bir analist görmeye geldim, yani bir tanrı... bir put...

Köşeyazarlarının bir kısmı da okurlarınca tamıtamına böyle görülmeyi istiyorlar, ve kabileleri, soyluları, okurları da onlara kendilerini aynen böyle hissettiriyor olmalı ki onlar da bu oyunu sürdürüyorlar. Bakıyorlar ki "mış gibi" yapmak işe yarıyor, "mış gibi" yapmaya devam ediyorlar.

Bir taraf aşağılamaktan memnun, diğer tarafsa aşağılanmaktan... Sonradan görmelerle sonradan görecek olmayı hayal edenler arasında sadist-mazoşist bir alışveriş gerçekleşiyor hergün.

Çok aşağılık bir sahne bu! Hergün seyretmek zorunda kaldığımız çok çirkin bir sahne.

* * *

Freud''un yaptığı gibi koltuğunu hastasının biraz arkasına görülmeyecek şekilde yerleştirmek yerine, C.G. Jung koltuğunu tam da hastasının karşısına koymuştu. O hastalarıyla neredeyse dizdize (karşılıklı) oturarak analizlerini gerçekleştirirdi. Analisti putlaştırmaz, ''aktarım'' olgusunu böyle bir aşağılık (Minderwertigkeit) karmaşısından elde etmek yerine hastalarıyla empati kurmaya çalışırdı.

En nihayet, psikanalist geleneğinin âsi çocuğu Heinz Kohut, bu analist şişkinciliğini yerle bir edip bütün teorisini ''empati''nin vazgeçilemez değeri üzerinden inşa etti. Muhatabına bir hasta gibi, bir zavallı gibi değil, bir yoldaş gibi yaklaştı. Başarılı da oldu. Öyle ki Freud''un ve ortodoks takipçilerinin analizine girişmekten çekindiği ''narsisizm''i klinik tablo içine dahil ederek onu empati yoluyla tanımlanabilir ve tedavi edilebilir hâle getirdi.

Empati yoluyla... Yani kendisini muhatabının yerine koymak suretiyle... Onun gibi düşünerek... onun gibi hissederek...

İnsanın insanla empati kurması bu kadar mı zor? Hergün köşelerine kurulup kurumlananlar da en nihayet birer insan olduklarını nasıl unuturlar? Unutmamalılar. Evet unutmamalılar: köşeyazarları da en az ''insan'' kadar zavallıdırlar, okurlar da yine en az ''insan'' kadar yücedirler.

* * *

Bu yazının amacı bakımından köşeyazar(ı) şımarıklığı ile siyasetçi şımarıklığı arasında bir fark görmüyorum, gözetmiyorum. Gördüğüm her iki ''sınıf''ın da ''türban'' sorunu üzerinden şımarıkça bir kudret gösterisi sergiliyor oldukları. (Köşeyazarı okurunu aşağılıyor; yani reaya''sını. Siyasetçi de köşeyazarını, yani tebaasını.)

Sırf başını örttüğü için ''aşağılanan'' bir kadını anlamak için ve biraz olsun onun ruh dünyasıyla empati kurabilmek için muhtaç olunan şey "taraf olmak" değilki, "insan olmak!"

Bıraksınlar taraf olmayı, insan olsunlar yeter!

İnsan olmak, insan görünmek istemiyorlar; çünkü analizin bitmesinden korkuyorlar. Şişinebilmek için analizin sürmesine ihtiyaç duyuyorlar.

İşin daha da üzücü tarafı, bu esnada Hz. İnsan''ı ne kadar incitiyor olduklarını hiç ama hiç düşünmüyorlar.

16 yıl önce
Köşeyazarı şımarıklığı
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon