|
Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu ve Sultan Abdülhamit Han

Gençlik yıllarımda makalelerini büyük bir zevkle okuduğum köşe yazarlarından biri de Babıali’de “Deli Nizam” lakabıyla anılan Nizameddin Nazif Bey’di. Merhum yakın tarihimizin sırlarını ve devlet ricali arasında dönen dolapları çok iyi biliyordu. Bilmekle de kalmıyor, onları cesur kalemiyle deşifre ediyordu. O kadar ki bir çok yazısı Babıali’de bomba tesiri yapıyordu. “Ordu ve Politika”, “Sultan Abdülhamit ve Komitacılar” isimli eserleriyle ve “Kara Davut” adlı romanıyla büyük bir şöhret kazanmıştı. Yeni İstanbul ve Yeni İstiklal gazetelerinde neşredilen bir çok yazısını tâ lise yıllarından itibaren kesip saklamıştım. Geçen gün evrak-ı perişanı karıştırırken işte bu yazılardan biriyle karşılaştım. Ekim 1966 tarihli “Yeni İstiklal”de “Hilafet Tarihimizde Tek Halife: Sultan Abdülhamid Han” başlığıyla yayımlanan son derece ilgi çekici makaleyi siz değerli okuyucularımın da merakla okuyacağınızı tahmin ederek aşağıya iktibas ediyorum.

“Deli Nizam”, nasıl akıllı bir adam imiş, bakın görün.

“Halifelik makamına layık olmuş, Hilafet makamını bu müessesenin en parlak devirlerini hatırlatacak nüfuz ve kudrete ulaştırmış, sonra da bu kudreti hem Osmanlı devletinin hem de İslam âleminin faydasına kullanabilmiş olan tek Osmanlı halifesi Sultan Abdülhamid Han cennetmekândır.

Kanaatim şudur ki, bizde Hilafet Mısır Fatihi Sultan Birinci Selim (Yavuz) Han’dan, Şehid Sultan Abdülaziz Han’a, Deli Murad’a kadar tamamıyla nazari kalmıştır. Bizde Hilafet İkinci Abdülhamid Han cennetmekân ile başlayıp bu ulu hakanın irtihali ile son bulmuştur.

Halife Abdülhamid hazretleri, Hilafetin kudretini, kudsiliği asla giderilemez, el dokundurulmaz bir mihrap üzerine kondurup orada tutmayı bilmiş ve bu kudreti zedelemeden kullanmak basiretini ve dirayetini göstermiştir. Gözlerine ahmaklık perdesi inmiş veya düpedüz gâvura satılmış olanlardan gayri herkes tarafından artık tereddütsüz kabul edilen siyasi dehasının en feyizli kaynağı bu başarıdır.

Yavuz Mısır’ı zaptetmiş, Mısır Fatihi olmuştur. Halifeliği almış, fakat halife olamamıştır. Kanuni Sultan Süleyman Han, Semendre’yi, Belgrad’ı zaptettiği zaman Semendre’de, Belgrad’da Macar’ı ve Nemçe’yi vurduğu zaman Macar ovalarında ve Viyana varoşlarında, Bağdat ile Tebriz’i ele geçirdikçe de Irak’ta ve Azerbaycan’da hüküm sürebilmiş, ferman dinletebilmiştir. Fakat ikisinin de adları en çok zaptettikleri yerlerde ve ancak hüküm sürebildikleri müddetçe hutbelere sokulmuştur.

Abdülhamid Han’ın hilafet devrine bir mukayese kurmak için Osmanlı tarihinden başka nümune almaya ihtiyaç var mı? Halifeliğin bize devredilmesinden sonra baba oğul bu iki sultandan daha keskin kılıcımız olmadı. Bir bu sultanların o kahhar (kahredici) kudretli devirlerini düşününüz, bir de Mithat ile arkadaşlarının şerri yüzünden bin kahra uğramış, paramparça edilmiş 1877-78 Türkiyesini…

Yüz yerinden yamalı bir bohça…Bin payanda ile güç bela ayakta durabilen bir berhane!

Abdülhamid hazretleri işte böyle bir enkaz içinden Hilafet sırrına ulaşabilmiştir. Yirmi beşinci ceddi olan Yavuz’un ve yirmi dördüncü ceddi olan Kanuni’nin satvetlerine sahip olmadığı halde, Abdülhamid Han yalnız Osmanlı imparatorluğu hudutları içinde değil, bütün dünyada, Sünni Müslümanların bütün camilerindeki hutbelere adını ve mukaddes ünvanını zikrettirmek saadetine ulaşmıştır.

Cava’nın, Sumatra’nın, Malaka yarım adasındaki yedi sultanlığın (Bugünkü Malezya’nın) Filipinlerin, Avustralya’nın, o engin Hindistan kıt’asının, Doğu Türkistan ile o engin Çin kıt’asının, Japonya’nın, Seylan’ın, Batı Türkistan ile Hive, Kırım, Azerbaycan’ın, Kafkasya’nın ve o engin Çarlık Rusya’sının, Romanya, Finlandiya ve Sırbiya ile Karadağ’ın, Bosna’nın, Hersek’in, Seylan ve Zengibar adalarının, Hind ve Pasifik okyanuslarındaki Afrika kıyılarının, Cezayir’in, Kongo’nun, Nijerya’nın, Sudan ve Habeşistan’ın bütün camilerinde hutbeler Halife Abdülhamid Han adına okunmuştur.

Kılıç kuvveti kullanarak mı edinilmiştir bu dini saadet ve siyadet? Tabii ki değil. Kılınç cihangirliğinin bu derecesi, insan gücü için hayal dahi edilemez. Bu bir his ve vicdanın cihangirliği idi ki, emellerinin temizliği ve imanının salabeti sayesinde Halife Sultan İkinci Abdülhamid Han cennetmekâna müyesser olmuştur.

Bu, bir inayet-i Rabbaniye idi.

Yabancı ülkelere yapılan bu nüfuzunun yanında Halife Abdülhamid Han’ın fiilen idaresi altında bulunan engin ülkeleri de unutmamak gerekiyor. O, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, bütün mübarek makamların hizmetindedir. O, İstanbul’un, Bursa, Edirne, Şam ve Kudüs şehirleri ile Suriye ve Mısır’ın, Trablusgarp, Tunus, Bingazi, Fizan ve Berka ile Sahray-ı Kebir’in, Halep ile Keruan, Megris, Basra, Bağdat, El-Hassa, Dilem, Rakka, Kuveyt, Umman, Hadramut, Yemen, Asir, bütün Anadolu, Kıbrıs, Girit, Rodos’un, Akdeniz adalarının, Hicaz ve Habeşistan’ın padişahıdır.

Halife Abdülhamid Han, bütün İslam dünyasında hatasız Kur’an okunmasını temin etmiştir. Dünyanın hemen her tarafındaki camilere billur avizeler, büyük tunç şamdanlar, şaheser hat levhaları, halılar, musanna minberler, Kütahya çinileri, sakal-ı şerifler, sadefli rahleler hediye etmiştir.

Halife Abdülhamid Han, bugün Amerikan, İngiliz, Fransız misyonerlerinin Hıristiyanlığa yaptığı hizmetleri seksen yıl önce kurduğu seyyar hafızlar, müderrisler, Ramazan imamları teşkilatı (bir takım serserilerin cer hocası diye alay ettikleri fedakâr ulema sınıfı budur) ile İslam dinine yapmış ve kazandırmıştır. Sünni müslümanlar arasında büyük bir intibah uyandırmış, yeni bir dini terbiyenin esaslarını kurmuş, mezar taşlarına varıncaya kadar âdetlerini bize uydurmuştur.

Böyle bir halife unutulabilir miydi. Nitekim unutulmamış, unutturulamamıştır. Afrika’da, Asya’da ve Balkanlar’da seyahat eden genç gazeteciler elli yıldan beri Türk nesillerine kasten öğretilmemiş olan Abdülhamid Han’ı Hartumlar’da, Umdurmanlar’da, Zengibar veya Cava’da keşfetmektedirler. Afrika’nın bir beldesinde hutbe hâlâ Abdülhamid Han adına okutuluyor.

Osmanlı hanedanından gelmiş tek gerçek halife, hatta Çeharyâr-ı Güzin (Allah onlardan razı olsun)’den sonra Mütevekkil Alelllah zavallısına kadar gelmiş geçmiş nice seleflerine kıyas edildiği takdirde en üstün şahsiyet sahibi ve İslam’a cidden faydalı olmuş halife işbu Abdülhamid Han efendimizdir.

Sultan Reşad’ın devrinde halifeliğin kofluğu anlaşılmıştır, diyenler; Sultan Reşad’ı, İslam’ın halife olarak kabul etmemiş olduğunu bilmeyenlerdir. İslam dünyası, tanıdığı halifenin iradelerine daima boyun eğmiştir.

Sudan ve Nübya’da Mehdi’nin İngilizleri tepeleyip devlet kurması da Halife Abdülhamid Han’ın gizli başarısıydı.”

Tarihler ismini andığı zaman

Sana hak verecek koca Sultan!

Bizdik utanmadan iftira atan

Asrın en siyasi padişahına!.

Rıza Tevfik Bölükbaşı

#Sultan Abdulhamid
#Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu
#Ordu ve Politika
#Sultan Reşad
1 yıl önce
Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu ve Sultan Abdülhamit Han
Kara dinlilerle milletin savaşı
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler