|
Uğurcan’a

Çocuktum. Yaylada kurulan minik takım için geç kalmıştım. Sadece kalci pozisyonunda yer kalmıştı. Mecburen kabul ettim ve takımın kalecisi oldum. Neredeyse günün tamamını futbolla geçiriyorduk. Çoğu zaman yerleşim yerinin 1 km kadar aşağısındaki bize dünyanın en güzel sahası Sarboliso’da düzenli antrenman maçları, kalan zamanlarda da caminin önünde düzensiz bireysel çalışma... En büyüğümüz 10- 11 en küçüğümüz galiba ben 6 yaşlarında falandık. Bir cami önü çalışması sırasında kaleye gelen şutları çıkarırken diğer yandan da radyo spikeri gibi sürekli kendimi övüyordum. “...top yine Şenol’da sevgili dinleyiciler, Şenol kalesinde devleşiyor..” Kenarda bizi seyreden ve yaşça bizden hayli büyük olan bir çocuk bana şöyle seslendi: “Sen Şenolsun he mi? Bilir misin Şenol’un kalesi bu cami kadardır” Çocuk aklımla her kalecinin potansiyeline göre kale büyüklüğü olduğunu düşündüm. Şenol’un kalesi de haliyle çok büyük demek dedim. Sonra camiye baktım. Kendime baktım. Cami dediğimiz klasik cami gibi değil bu arada dikdörtgen bir bina. Kendimi büyüttüm. Yok dedim böyle bir kaleyi ne kadar büyüsem de koruyamam. Asla Şenol olamam. Şenol olamayacaksam kalecilik yapmanın anlamı yok. Kaleciliği ertesi sabah bıraktığımı takım arkadaşlarıma açıkladım...

Şenol, Turgay Necati Güngör Cemil Serdar Ali Kemal’lerin çıtayı böylesine yukarı koymaları, böylesine erişilmesi zor bir yere çıkmaları şehrin çocukları için bir yandan özgüven unsuru olurken bir yandan da ağır bir yük mü yükledi diye düşünmüştüm çok sonraları bu anımla birlikte...

Sonraları belki bireysel olarak eski kuşaktan çok daha iyi futbolcular yetiştirmişse de şehir, ağabeylerinin bıraktığı ağır yük hepsini ezdi. O ağırlığı kaldırmanın ve hem şehrin hem kendilerinin üzerinden atmanın ne yazık ki tek yolu vardı o lanet kupayı kaldırmak... Uğurcan ve arkadaşları bunu yaptı işte. Üstelik Uğurcan’ın kalesi cami kadar efsanesine inanacak çocuklar da kalmadı artık. Tam tersi olan biten masalsı anlatımlara yer bırakmayacak kadar açık ve net.

Öte yandan benim için Uğurcan’ın bambaşka bir tarafı var bu hikayede. Benim gibi gurbette büyüyüp Trabzon hasretiyle yetişen her çocuğun hayaliydi Trabzonspor’da oynamak. Lakin ne kadar oralı olursa olsun bunu deneyen her gurbetçi Trabzonsporlunun önünde “şehrin gerçeklerine” adapte olma ve onlarla baş edebilme ciddi bir engeldi. Ev içinde ne kadar Trabzon kültürü yaşasa da sonuçta İstanbul’da, Berlin’de Sakarya’da Kocaeli, Bursa İzmir’de başka bir kültürle yetişen her çocuk için hayalini kurduğu Trabzon alışması zor bir yerdir. Dili hoyrat, eleştiri acımasız... Tam da bu yüzden Uğurcan sadece geçmişin sisini kaldıran bir kaptan olmaktan öte yeni nesil gurbetçi Trabzonsporlu çocukların önünü açmış olabilir. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar Trabzonspor’da oynamak isteyen futbolcu adaylarının önünde çok güzel bir örnek figür var artık. Gurbette büyümüş, sonra Trabzon’a gelmiş, ilk çıktığı ( tam emin değilim ama ilk sayılır) maçta devre arası oyuna girip 3-1 galipken maçı 4-3 mağlup tamamlamış; yani hikayeye ağır bir yenilgi ile başlayıp zirveye çıkmış bir adam... Gayrı bundan sonra yeni Uğurcanlar korkmasın. Kaleleri artık cami kadar büyük değil, elleri kadar küçük hatta...Var ol kaptan, ömrüne bereket...

#Trabzonspor
#Kocali
#Bursa
#İzmir
#Sakarya
#İstanbul
2 yıl önce
Uğurcan’a
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle