İlk bir hafta sokakları, evleri, dükkânları bilen biriyle dolaştık. O motorla, ben bisikletle. Yolu yordamı öğrendim. Elimde sayfalarca adres listesi, bir de Güngören’in sokak haritası. Önce sokakları ezberledim, sonra da güzergâhları sıralamayı. O sokaktan şu caddeye, sonra aşağıdaki binaya. Haritayı bir haritaya yakışırcasına okunmaz hale getirdim.
Çok değil 15 gün sonra ne adres listesi ne de haritaya gerek kaldı. Hepsi zihnimdeydi. İlk gazeteyi pimapenciye bırakıyordum. Sabah 5’te. Kepenge sıkıştırıp, Köyiçi'nden aşağı tek solukta iniyordum.
Her anı her sokağı film şeridi gibi aklımda. Dördüncü kata gazete fırlatmayı kotardığımda karşı apartmandaki abladan alkış almıştım. Meğer her sabah izliyormuş beni. Alttaki balkona kaç kez düşürdüm bilmiyorum. Artık dilediğim yere tek seferde atabiliyordum.
İşi kavramıştım ama okulların açılmasına da günler kalmıştı. Bir sabah gazete dağıtırken bisikletime bir taksi çarptı. Ön tekeri tamamen ezdi, kullanılacak gibi değildi. Plakası hâlâ aklımda… Oturdum kaldırıma, öylece bakakaldım. Hurdaya çıkan bisikleti bir esnafa emanet edip, kalan birkaç gazeteyi yürüyerek dağıttım. O gün bıraktım gazete dağıtmayı. Taksicinin bana vurduktan sonra kaçıp gitmesine içerlemiştim. Zaten okullar da açılacaktı...