|
Namazın bilimsel ispatı ve Malezyalılar

Türkiye Malezya olur mu sorusu sündürülecek yeni bir soru/sorun bulana kadar devam edeceğe benziyor

Türkiye Malezya olmaz, Malezya da Türkiye. Hiçbir ülkenin ne kendisi, ne de başkası olamayacağı şartları tekrar tekrar üreten küresel dünyada yaşıyoruz çünkü. Zamanın ve mekanın iyice sıkıştığı birbirini zorladığı bir dönemdeyiz.

Bu yazının konusu gündemdeki Malezya tartışması değil. İbadetin “bilimsel ispatı”nın, ibadeti zedeleyen tarafına dikkat çekmek niyetindeyim. İbadetin bilimsel ispatını yapan kim? Bir grup Malay bilim adamı.

“Universiti Malaya, namaz kılarken yapılan hareketlerin fiziksel faydaları olduğunu tespit etti. Üniversitenin biyomedikal mühendislik bölümünün yaptığı araştırmada, namaz kılarken yapılan hareketlerin kalp ve omurgaya çok faydası olduğu, ayrıca namazın insanlarda hafıza ve dikkat üzerinde olumlu tesirleri olduğu belirlendi. Başbakan Abdullah Ahmed Badavi, araştırmanın, ibadetlerin insan hayatındaki gücünü teyid ettiğini söyledi. Abdullah, namazın öncelikle manevi açıdan Müslümanlar için önemli olduğunu fakat aynı zamanda namazın biyolojik ve tıbbi faydaları olduğunun da tespit edilmesinin güzel olduğunu ifade etti. Araştırmada namazın rahatlamak, dünyevi sıkıntılardan kurtulmak ve form tutmak için yapılan yogadan daha faydalı olduğu ortaya çıktı.”

* * *

Zamanın, teknolojik baskının ibadet üzerindeki yorumunu daha net görebilmek için evvel zamanın namaz idrakine bakalım bir de.

Meşhur zahid Hâtim-i Esam, Asım bin Yusuf''un ziyaretine gider. Asım, Hâtim''e namazı güzel kılıp kılmadığını sorar. O da güzel kılarım deyince namazını anlatmasını ister.

“Namaz vakti yaklaşınca güzelce abdest alırım. Sonra namaz kılacağım yere gelirim, dikilirim, her uzvum karar ve sükunet bulur. Kâbe''yi iki kaşımın arasında, makam-ı İbrahim''i göğsümde, Allah Teala''yı üzerimde ve kalbimdeki her şeyi de bilir kabul ederim. Sanki ayaklarım sıratın üstündedir. Sağımda cennet solumda cehennem, arkamda ölüm meleği vardır. Kıldığım bu namazı son namazım sayarım. İhsan duygusuyla tekbir alır, tefekkürle sureleri okur, tevazu ile rükua varır, tazarru ile secde ederim. Kemal ile oturur ümid haliyle teşehhüde bulunur, sünnet üzre selam veririm. Namazdan sonra korku ile ümid arasında bulunurum. Namazı böyle kılmaya devam için sabretmeye söz veririm.”

* * *

Okuduğumuz, işittiğimiz, şahit olduğumuz her hadise, her bilgi, bizi bir yerden bir yere götürür. Edindiğimiz, muhafaza ettiğimiz bilgiye göre değişip başkalaşırız. Bazı bilgiler yıkıcı mahiyettedir. Bu tür bilgilere karşı zihinsel refleksimiz devreye girer. Bazı bilgiler “faydalı” gibi gözükür ama esasında yıkıcıdırlar. Zihnimizin içine güvenin yüne musallat olması gibi musallat olur.

Yazının girişinde Malezyalı bilim adamlarının iyi niyetli olarak namazın faydaları ile ilgili olarak yaptıkları “ispat”ı o okudunuz. Bu bilgi size ne kattı? Namazı daha bir aşk ile kılmanıza mı vesile oldu? Yaradan ile aranızdaki mesafenin azalmasına dair bir katkı mı sağladı? Yoksa iman ehli olmayanların, sizi azaltmasını sağlayıcı bir etkisi mi oldu?

Hâtim''in satırları kendi mesafemizi aydınlatıyor oysa. Yakın olmamız gerekene, uzaklığımızı. İşte burada hadis-i şerif''i zikretmenin tam yeridir: “Faydasız ilimden Allah''a sığınırım.”

Faydasız bilgiler neden Allah''a sığınılması gereken şeylerdir?

İbadetin faydaları üzerine bilimsel araştırmalar yapıldıkça, kutsalın mahiyeti değişmektedir. Bir yeri, bir durumu, bir eylemi kutsal ve makbul kılan bu bilginin bize geldiği kaynak ile doğrudan alakasıdır. İbadet kutsaldır, neden? Kalbe faydalı olduğu, form tutulduğu için değil. Allah Teala öyle emrettiği için. Onun emirlerini yerine getirerek ona yakınlaşacağımızı murad edindiğimiz için iman ehli oluruz.

Namazın manevi açıdan faydalarını bir cümle ile geçiştirip; biyolojik, fizyolojik özelliklerini öne çıkardığımızda ne yapmış oluyoruz? Bu soruyu her daim sorun kendinize. Sadece namaz vesilesi ile değil başörtüsü üzerinden, oruç üzerinden, zekat üzerinden.

Manevi olanı maddi olanla değiş tokuş etmeye kalktığımız için gelmiyor mu başımıza gelenler? İmanımız zayıfladıkça şekilsel vurgu artmıyor mu? Düşünmek derinleşmek yerine şekilsellik üzerinden fethetmeye, işgal etmeye çalışmıyor muyuz? Başımıza gelenlere bir de bu açıdan bakın. Kime yakınız? Yakın olmak istediğimiz yer neresi?

Ne mi geldi başımıza? Daha ne gelsin! Kelimelerimizi yitirdik. İsimlerimizi yitirdik. Yaptığımız her güzel şey parantez içine alınıyor, parantezin önüne de “çarpan” olarak kimliklerimiz yerleştiriliyor. Bu durumda İslami kimliği olanların çarpım değeri “0”. Sosyal demokratların, libarellerin, ulusalcıların, çarpım değeri “artı sonsuz”.

17 yıl önce
Namazın bilimsel ispatı ve Malezyalılar
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon