|
Düzenden kaosa ve yeniden düzene...

Ağır bir kaza geçirdiğinizi ve götürüldüğünüz hastanede hayati fonksiyonlarınızı yitirdiğiniz teşhisiyle bir yapay solunum cihazına bağlandığınızı düşünün... Bir an için kendinizi böyle bir koma durumunda farz edin... Öyle bir durumda bile düşünebildiğinize göre beyniniz ölü değil demektir; ancak sizi yatağa bağlayan doktorlar da çok seven yakınlarınız da bu durumun farkında değiller; beyni mükemmel çalışan siz ise kazada zedelenen ses telleriniz yüzünden sesinizi duyuramıyor, felç olduğunuz için yüzünüz veya vücudunuzla “Ölmedim, felçliyim, ama sağım” mesajını iletemiyorsunuz...

“Olmaz” demeyin, tam 23 yıl, kimse o durumda olduğunu bilmediği için her şeyin farkında olarak yatağa bağlı yaşatılan bir Belçikalı''nın öyküsünü muhtemelen bugünkü gazetelerde
. Bir doktorun aklına, artık nereden esmişse, o kadar yıl sonra, hastanın beynini yeni cihazlara taratmak gelmiş, korkunç yalnızlık sayesinde bitmiş...

Beyni mükemmel çalışan Rom Houben şimdi özel bir bilgisayar marifetiyle etrafıyla iletişim kurabiliyormuş...

Tahmin edilebilir sebeplerle bugünkü Türkiye ile Rom Houben arasında bir benzerlik kurmak mümkün... Dünyanın içinden geçtiği ekonomik kriz bizim sahillerimizi de yalamasaydı, son yıllarda kazandığı kendine güvenle eskisiyle mukayesesi olağanüstü güç bir ülkede yaşadığımızı herkes daha iyi fark edecekti. Ülkeyi dışarıdan ama yakın bir biçimde izleyen yabancı uzmanlar, yine de ''yarının devi'' bir ülkede yaşadığımızı bizlere hatırlatıyorlar.

Yabancıların ''yarının devi'' gözüyle baktıkları Türkiye, yakın zamanlara kadar, dış dünyayla ilişkisi kesik bir halde, beyni durmuş ve temel fonksiyonlarından hiçbirini yerine getiremez zannedilerek bir masada elleri kolları bağlı tutuluyordu.

Bu teşhise itiraz edecekler, 1970''li yıllarda ihracatımızın neden birkaç milyar dolarla sınırlı kaldığını, ''bacasız sanayi'' olduğu bilindiği halde turizmin neden gelişmediğini, NATO standartlarında olsun diye olağanüstü pahalıya mal edilen Sabiha Gökçen Havaalanı''nın neden âtıl kaldığını açıklamalılar. Zengin yeraltı kaynakları lütfuna uğramış bir coğrafyada petrol-fukarası bir ülkenin enerji geçiş yollarıyla para kazanabileceğini, bunun için sorunlu bir bölgede kendisini bir istikrar unsuru haline dönüştürmek gerektiğini bugün biliyoruz da, neden daha önce bilinemedi bu kadar yalın bir gerçek?

Yoksa ülkeyi yatağa mıhlayanlar aslında gerçeği biliyorlar mıydı? Beynin çalıştığını, ancak bunun itiraf edilmesinin bugünkü heyecan ve hareketliliğe yol açacağını, hastanın önce bilgisayarla başlayan dış dünya ile iletişiminin ses tellerinin temizlenmesine ve felç durumunun sona ermesine kadar varabileceğini düşünmüş -iyi niyetle veya kötücül hislerle- yatağa bağlı kalmanızı istemiş olabilirler mi?

İşte görüyorsunuz: Yataktan doğrulmak birilerinin unutulmaya terk ettiği acılarla yüzleşmeyi getirdi. Ermeni, Kürt ve Alevi dosyaları birer birer açılıyor ve bunların herbiri daha değişik bir ülke haline dönüşmeyi bize zorluyor. Demokrasisi daha muhkem, lâikliği daha çağa uygun, hukuku nalıncı keseri gibi tek yanlı kesmeyen bir ülke olmak iyi de, öyle olunca, yatak vesayetinden kurtulmanız, sizi sürekli eli kolu bağlı tutanlarla hesaplaşmanız gerekiyor.

Yatağa bağlı olduğunuzda bunların hiçbirine ihtiyaç yok

Belçikalı hastanın çilesi 23 yıl sonra anlaşılmış... Bizimkinin kaç yıllık bir çile olduğu önemli değil; bugün hiç değilse ülkemizin çilesinin de sona ermeye yüz tuttuğunu söyleyebilir miyiz?

Ha, ne dersiniz?

14 yıl önce
Düzenden kaosa ve yeniden düzene...
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri