|
Lübnan dersleri

“Lübnan’a asker gönderelim mi?” tartışması Meclis’e de intikal etti; ancak askerlerden önce sosyal alanda çalışan akademisyenlerle siyaset bilimcileri, karmaşık yapısını incelemek ve Türkiye için desler çıkarmak üzere Lübnan’a göndersek daha akıllıca hareket etmiş oluruz.

Türkiye’de yaşanan zihnî bölünmüşlük özellikle son zamanlarda kendini iyice belli etmeye başladı. İktidar-muhalefet ayrımından öte bir saflaşma yaşanıyor siyasette; toplumsal alanda çözülmeye kadar varma tehdidi taşıyan bir gelişme bu. Toplumdaki ayrışma ve saf tutma vatandaşların deniz kıyafetlerine kadar yansıyorsa sebebi budur. Bizi bir ve bütün tutacak nice ortak paydamız bulunduğu halde, aynı ülkede farklılıklarımızla birlikte yaşamakta zorluk çekiyoruz.

Lübnan ise, siyasî sistemine de yansıtılan ‘farklılıklar üzerine dayalı’ bir yapıya sahip; ancak İsrail saldırıları sırasında ve sonrasında yaşananların apaçık ortaya koyduğu gibi, bu resmî bölünmüşlük, özellikle olağanüstü şartlarda, Lübnan halkının ortak payda etrafında birleşmesini engellemiyor.

Bizler birlik ve bütünlük edebiyatı yapılan Türkiye’de giderek daha fazla ayrışarak zihnen bölünürken, halkı inançlara göre resmen bölen bir sisteme sahip Lübnan’da, insanlar, farklılıklarını bir tarafa bırakarak temel esaslar etrafında bütünleşebiliyor.

Yeni bir bağımsız devlet olarak 1943’te ortaya çıktığında, Lübnan, birbirinden çok farklı dinî ve etnik grubu birarada tutma ihtiyacıyla karşı karşıya kalmıştı. Siyasî önderler, çareyi, farklılığı resmen bölünmüşlüğe dökmede bulmuşlardı. 1932 yılının nüfus sayımı esas alınarak, ülkede mevcut dinî farklılaşma siyasî ve bürokratik yapıya aktarıldı; hangi dinî gruptan kaç milletvekili seçileceği ayrıntısına kadar... O gün bugündür, Lübnan’da, cumhurbaşkanı Hıristiyan, Meclis Başkanı Şii oluyor, çoğunluk sayılan Sünniler de başbakanlığı ellerinde tutuyorlar.

Dinî grupların nüfus oranları zaman içerisinde değişti, buna rağmen 1943 ulusal mutabakatı büyük çapta bugün de hükmünü sürdürüyor. Bu durum şikâyet konusu olmuyor mu, oluyor elbette; hafif düzeltmeler yapsalar da (Hıristiyan-Müslüman milletvekili oranı 6-5 iken, 1990’da oran 5-5 haline getirildi), Lübnanlılar, dengeleri bütünüyle bozmanın mâliyetini düşünüp ulusal mutabakata sahip çıkıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti de bir mutabakat zemini üzerine kurulmuştu aslında; yazılı olmayan o mutabakatı uzun yıllar sürdürmeyi de başarabildik. Sorun, dünyadaki gelişmelerin kapıya dayadığı yeni durumlara kendimizi uyarlamada çekiliyor. Bugünkü zihnî bölünmüşlük görüntüsünü gündeme dayatan, kuruluş felsefesini çok partili demokratik sistemin şartları içerisinde yeniden yorumlamayı bilemememiz...

Çok sayıda dinî ve etnik grubu mevcut kimlikleri ile bünyesinde barındırmayı beceren Lübnan, demokratik hakları paylaştırarak dengeyi sağlayabiliyor... Böyle bir zoraki mevki paylaşımına gerek olmadığı halde, biz, asker-sivil çatışmasından medet uman bir tuhaf ‘dehşet dengesi’ ile sistemi ayakta tutmaya çalışıyoruz.

Lübnan “Biz parçalı bir toplumuz, ama ayrışarak bütünleşmeyi sağlayabiliyoruz” diyor hal ve tavrıyla; “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” iddiasını gururla ifade edenlerin ülkesi Türkiye ise, farklılıklarını zenginliğe dönüştürmeyi beceremiyor. Lübnan’da Şii, Sünni, Hıristiyan, Dürzi saldırgana karşı tek cephe oluyor, ülkenin yeniden imarı konusunda benzer bir tavır alıyor; biz ise...

Cumhurbaşkanı farklı, hükümeti farklı mesajlar veren, her konuda birbirinin boğazına sarılmaya hazır görüntümüzü beğeniyorsak ne âlâ, beğenmiyorsak bu durumu değiştirmek için mutlaka bir şeyler yapmalıyız...

Sosyal alanda çalışan akademisyenlerimizi ve siyaset bilimcilerimizi, hazır dikkatimiz üzerine çevrilmişken, Lübnan konusunda çalışmaya yöneltmekle işe başlayabiliriz.

18 yıl önce
Lübnan dersleri
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri