|
Benim işim sevi için

Yunus Emre İslam''ın özünü şöyle açıklıyor: Ben gelmedim da''vî için, benim işim sevi için/Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.

Bu ne demektir? Aslında yoruma muhtaç değil, fakat her apaçık sözü saptırma yeteneğine sahip olanlardan korktuğum için biraz açıklayalım: -İslâm, “İnsanlık Tarihi savaşla başladı, savaşla devam eder. Sürekli savaş ilkedir. Başka din mensupları ile ancak mütareke yapılır” diyen bir din midir?

-Aslâ! İslâm savaşı değil sulhü, salâhı, ıslâhı esas alan, ilke kabul eden, esasen -hâşâ- insan icadı değil vahye dayandığı için de böyle olması gereken tek dinin adıdır. Allah katında din İslâm''dır. Savaş ancak meşru müdafaa savaşıdır. Şeriat de Evrensel Tabiî Hukuk''un temel ve genel ilkelerini ifade eder. Tora (Tevrat) teriminin Arapça karşılığıdır. Yunus''un da mensup olduğu, “tasavvuf” diye adlandırdığımız düşünme ve yaşama biçimi de, İslâm''ı -hâşâ- yenir yutulur hale getirmek için sonradan îcad edilen bir “sos” değil, İslâm''ın özünün “sevgi” olduğunun unutulmaması için bunu tekrarlayan ve yaşamaya çalışan kimselerin hayat biçimi olarak ortaya çıkmıştır.

-Tasavvuf yolunda olduğunu ileri süren kimseler İslâm''ın özünü temsil ediyorlar ise, onların çeşitli fırkaları arasında da çatışma yok mu? “Sevgi ehli” olduklarını söyleyemeyeceğimiz kimseler, önderler yok mu?

-Elbette var! İmtihan; sevgi imtihanı meydanında bunun böyle olması da tabiîdir. Bozuk mal satan tezgâha, mala değil reklâm sloganlarına bakarak yanaşan kimseler çok olursa, bazı insanlar da bu gibi tezgâh (destgâh)ların sahiplerine, kendilerine ticarî mümessillik verilmesini talep ederek yaklaşabilirler. Tasavvuf demek, Amerika''da bazı sivri akıllıların başka adlar altında yaptığı gibi, özellikle işletmesi, firması, ticareti için bir astroloji uzmanına, bir falcıya sahip olmak demek de değildir. Ehl-i beyt, bu gibi tuzaklara kapılmamaları için, kendilerini sevenleri uyarmışlardır. Ariflerin, sâdıkların kıstasını da Asr Suresi''nden almak gerekir: İman eden, sulh ve salâh ehli olup özü ve sözü bir olan, eylemleri ile sözü de çelişmeyen, Hakk''ın ne olduğunu bilen ve Hakk yolunda ve yönünde öğüt veren, sabr yolunda öğüt veren bir kimse bulursak, onunla sohbet etmeye ve yararlanmaya bakalım. Reklam sloganlarına kapılmak veya “ben anamdan Fenerbahçe''li doğmuşum”, yahut “bu parti tarafdarlığı bana baba mîrasıdır” der gibi “mürşid” seçilmez. Mürşid arayan, mürşidden ne almak istediğini de önce bir düşünmelidir. Başvurduğu kişiye de açıkça söylemelidir. “-Ben aslında fazla birşey istemiyorum, esasen avukatım, maliye uzmanıyım, doktorum var. Fakat bunların aciz kaldığı durumlar da oluyor elbette! Yahut belirli bir yaşa vardıktan sonra insan daha bir takvâ sahibi oluyor ve çok eşli olmak istiyor. Bu durumda eşime de nasihat verecek ve bu işi halledecek bir şeyh arıyorum ben! Öyle bir şeyh ki bütün sorunlarımı bir gizemli söz, hatta bir hafif beden dili eylemi ile çözsün. “Tatlı cadı”nın sakallı ve sarıklısını arıyorum anlayacağın!” Aslında açıkça söylemesine de gerek yoktur. Karşısındaki sevgi ehli bir zat ise, kendisine gelenin halini anlar ve aldatılmış bir tüketici olduğunu görünce, onu uyarır, gerçek ihtiyacının ne olduğunu söyler. Sahtekâr ve şarlatan ise “tam adamına geldin oğlum/kızım! Bizde aradığın var amma, almadan vermek Allah''a mahsustur, Yunus dergâha kırk yıl odun taşımadı mı? Biz veririz amma senin de hem almasını bilmem, hem de bize kayıtsız şartsız itaat ile bağlanman gerek!” der. Oysa sevgi, teneffüs ettiğimiz hava gibidir, satılmaz. Sevgi Allah(dan)dır, sevgide taklîd olmaz. Sevgi imanın özüdür, imanda “taklîdî îman” kabul edilmez. Aklı olmayanın dîni de yoktur. Şu halde, ister tasavvuf, ister fıkh mürşidi olarak ortaya çıksın, bir kimsenin önce yaptığı reklama değil, gül veya gülsuyu adı ile sattığı nesneden gönlümüze gül kokusu gelip gelmediğine bakmak gerekir.

İmtihan meydanında sahtekâr çoktur. Hele bu çağda sahtekâr firmalardan bazıları holdingleşmiş ve oligarşik ittifak kurmuşlardır. Bunların, İslâm Âlemi''nde ve özellikle ülkemizde bazı taşeronlarına talimat vererek yaymaya çalıştıkları bir önyargı da şudur:

İslâm Âlemi''nde, “kurtarıcı” bekleyenler, “şiddet”le, terörle dünyaya hakim olmak isteyenlerdir. İran''da bu bekleyiş vardır, şu halde bugün İran şerrin merkezidir.

Oysa, uluslararası hukuk alanında “hâkim durumun kötüye kullanıldığını” tesbit ederek yaptırım bağlayacak bir yargı makamı olmadığı için gitgide azgınlaşan bu Şer Oligarşisi, “Armagedon” bekleyişi ile yeryüzünde fesad çıkaranlardır.

İslâm Âlemi''nde “Mehdi” bekleyişi ise, İsa''nın övdüğü “sevgi ve adalet susuzluğu, özlemi”nin ifadesidir. “Şerr”in hangi tarafda olduğunu anlamanın en kestirme yolu, iki tarafın hangisinin şiddet, hangisinin “adalet” istediğine bakmaktır.

18 yıl önce
Benim işim sevi için
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon