|
Habil ve Kabil

Yaman Dede''yi dünya gözüyle tanıyamadım. Ben ilkokul ikinci sınıfa başlamışken, 1945''de yazdığı bir mektubunda, “geçen sabah bir kedi beni ağlattı” diyor. Bu kedi, şu sıralarda, altmışiki yıl sonra bizim Husrev Gerede Caddesi''nde, yaşlı iken sokağa atılan tekir kedi gibi, sokağa atılmış bir tekir imiş ve bazen tok olduğu halde sırf “sevgi nafakası”nı almak için Yaman Dede''yi ziyaret edermiş. İçli içli miyavlar, okşanmasını bekler, toksa yiyecek beklemeksizin gidermiş. Husrev Gerede Caddesi''nde birkaç yıl önce de siyahlı-beyazlı, vakarlı-onurlu, bir evden kovulmuş veya sahibi öldüğü için sokağa düşmüş bir kedi hanım vardı. Bir sabah, kötü eğitimli bir sokak köpeğinin saldırısına uğramış, can çekişirken bulundu ve kurtarılamadı. Yaman Dede, mektubunda, bir canlıya sevgi göstermenin bize Allah''ın rızasını kazandırabileceğini söylüyor. Buna karşılık, bu hayvancağızlara iyilik yerine kötülük etmek, sokakta doğmamış bir kedi veya köpekçiği birden sokağa terketmek de, nereden geldiğinin de çoğu kez farkında olmadığımız bir darbenin derin acısını çekmemize sebep olabilir. Bir ay kadar önce, İstanbul Üniversitesi (Beyazıt) bahçesinde henüz iki aylık görünen bir kedi bebecik - Cihan adını verdik - bana lisân-ı hal ve lisan-ı miyav ile başvurarak, beni onbeş günlük bir deneme süresinden geçirmek istediğini bildirdi. Bu süre boyunca “uzaktan merhaba” etti. Onbeş gün sonra “güven sınavı”nda başarılı olduğumu bildirerek beni tebrik etti. Perşembe günü (21 Haziran) masamın üzerinde şaklabanlıklar yapıyordu. Cuma günü, her zaman olduğu gibi, kime sorduysam “mâlûmatım yok!” cevabını almak üzere, Cihan kediciğin, üç aylık (kedi yaşına göre: iki yaşlık) bir ömür sonunda sırra kadem bastırıldığı acı gerçeği ile karşılaştım. Bir bilen var mı nerdedir şimdi? (-Hiçbir mâlûmatım yok! Belki de bir vatandaş almış da eve götürmüştür).

Habil medeniyetin temsilcisidir. Kabil olmayı seçenler, güçleri yeter ve fırsat bulurlarsa Habil olmayı seçenleri veya güçleri yettiğince onların sevdiği hayvancağızları yok etmenin, sevmek yerine acı çektirmenin tutkusuna kapılırlar. Komşusunu, hemcinsini “öteki”leştirip sonra da ötekinin “beşikteki piçi”ni öldürmeyi “idealistlik” sayan çok tehlikeli ruh hastalığının endişe verici yaygınlığını farketmiyor muyuz? Bu gibi canavarlıkların “erdem” haline getirilmesi, tahrif edilmiş Ahd-i Atıyk metinlerine sokulmuş değil midir?

Seyyid-uş-Şüheda''nın Ali Asgarı''nın boyuncağızını delip geçen oku atmadan çekinmeyecek birisi için, kedi yavrusunun lâfı mı olur? Rahmet Peygamberi''ne (S.A.) benzeri görülmemiş küstahlıkla dil uzatan bir serseriye İngiliz Kraliçesi şövalyelik verirse ne olur? Hayret Efendi, sevmediği birisinin “bâlâ” rütbesine nail olduğunu duyunca “beter olsun!” demiş. Biz de aynı şeyi Selman Rüşdî''nin şövalyeliği için söyleriz. Rahmet Peygamberi''nden (S.A.) alınmadıkça, “şövalyelik” unvanının ne değeri var? (Lâ fetâ illâ Ali..). Irak''taki çocuk kaatilleri ile, İnsanlık Önderi''ne dil uzatan küstah, biribirlerini ödünç kaşıyadursunlar bakalım! Yakında; zalimler; işin nasıl bir dönüşüm geçireceğini görüp bileceklerdir.

Bizim kitabımıza şeytanî tahrif karışmamıştır. Hiçbir Sevgi Elçisi''nin eline de mazlûm kanının zerresi bulaşmamış, boğazından da mazlûmun hakkının habbesi geçmemiştir. “Fatih Sultan Mehmed, efendim, o yüce Sultan Efendim, hristiyanlara da eşit muamele yaptı efendim, o yüce sultan efendim, bir dakika müsaade buyurunuz efendim - (yavaş sesle) Hop ulan ne yapıyorsun? Tören konuşmaları başka, hukuk başka! Cemaatlerin gasbedilmiş haklarının iade edilmesini istemek vatana ihanettir ulan!” çelişkisinden kurtulalım! Artık bu ülkede Şems-i Tebrîziler''i faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırma ve sonra kanlı ellerini Pozitif Hukuk ibrik, leğen ve peşkir koşturucularının yardımı ile yıkayıp delilleri ortadan kaldırma oyunları başarıya ulaşmamalıdır.

İçimiz ve dışımız sevgi odağı olmayıp Kırk Haramiler Mağarası olarak kaldıkça, 22 Temmuz''da açılan sandık da pandora kutusu olur. Oysa bu tür sandıklardan şimdiye kadar hayal kırıklığından ve canavar dalamasından başka birşey elde edemedik. Hele sandık “sandûka-i intihâbdır bu/sandûka değil dolâbdır bu!” mazmûnuna muvafık olursa, “demokrasi” önlenirse, sandığın, artık bıkıp usandığımız bir pandora kutusu olacağı şüphesizdir. Demokrasi var olsa bile, özlediğimiz sandık, içinden çıkanların “biz sandıktan çıktık” gerekçesini kullanacakları sandık değildir. İçinden evrensel sevgi değerleri çıkacak olan “Sekîne” sandığıdır. Sandıkların niteliği bizim niteliğimize bağlıdır. Neyi oylarsak onu boylarız. Artık “kandık, iyi sandık, yandık, ne kazandık, usandık” demeyelim ey Azizân!

17 yıl önce
Habil ve Kabil
Saçının teline bağladım siyaseti...
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi