|
Öteden beriden

Tarih Vakfı''ndan bir haber: Tarihçi Andras Riedlmayer''den Internet aracılığıyla gelen ilginç bir mesajı aşağıda özetleyerek veriyoruz:

"Yüzyıl dönümünün hiç beklenmeyen garipliklerinden biri, ortadan kalkışının üzerinden neredeyse yüz yıl geçmiş olan Osmanlı İmparatorluğu''na kamuoyu ilgisinin yeniden canlanması oldu. Osmanlı İmparatorluğu''nun tozlu arşivlerden çıkıp, yeniden tartışmaların merkezine oturmasının nedeni, verdiğimiz tarih kursları, yazdığımız bilimsel makale ve kitaplar ve ''Muhteşem Süleyman'' sergilerinden çok, Soğuk Savaş sonrasında Balkanlar''da ortaya çıkan karmaşa oldu. Sonuç Osmanlı geçmişinin yeniden canlandırılması olmadıysa da, en azından Osmanlı''nın bütün bölgede kültürlerin ve siyasetin biçimlenmesinde oynadığı önemli rol yaygın kabul gördü. Bu çerçevede, "Balkan Report" (Balkan Raporu) dergisi Ocak 2000 sayısında, Balkanlar''da son binyılın en önemli kişisi olarak, bölgenin biçimlenmesinde herkesten daha etkili olan "Osmanlı Türkü"nü seçti. Türk kahvesinden köylülerin kente ve devlete duyduğu güvensizliğe kadar uzanan bir dizi özellik varlığını ona borçlu. Öyle ki, Balkanları, Osmanlı mirasını göz ardı ederek düşünmek bile olanaklı değil. Osmanlılar konusundaki ilgi, bu alanda uzmanlaşmış akademisyenler için ender ve büyük olasılıkla geçici bir fırsat sunuyor. Konuyla ilgili, uzmanlardan çok eğitimli sıradan okur için yazılmış, kolay anlaşılır kitap ve makalelere gereksinim ve talep var. Meslektaşlarımı, bu tür makale ve kitaplar yazmaya, buna zamanları yoksa, başka yolları kullanarak, bilgi ve uzmanlıklarını daha çok sayıda kişiyle paylaşmaya çağırıyorum. Çünkü, eğer bizler bunu yapmazsak, ortaya çıkacak boşluğu konu hakkında bilgisi sınırlı, yetkin olmayan kişiler dolduracak."

20 Şubat tarihli Yeni Binyıl''da Hrant Dink''in yazısından bir cümle: "Anadolu Ermenileri şimdi tüm dünyayı kapsayan ve ''Diaspora'' diye adlandırılan bir alan içinde hâlâ Anadolu''da yaşarlar."

Mustafa Ünal, Zaman gazetesinde ''Politik'' köşesinde "Sarı gelin benim ninem" diyen ve yurt dışında yaşayan bir avukatın mektubuna yer veriyor. "Bende Ermeni kanı olabilir" diyen ama "ırkçılık gibi basit insanların ön plana çıkardığı polemiklerden çok uzak" olduğunu belirten sayın avukat, dedesinin bir Ermeni kızına tutulup evlendiğini anlattıktan sonra Sultan adını alan bu ''Sarı gelin''in torunlarına ilişkin şu bilgiyi veriyor: "Şu anda Türkiye''nin muhtelif yörelerinde çeşitli meslekler icra ederek hayatlarını idame ettiriyorlar. Tamamı dini bütün Müslüman. Bunlar babaannelerinin mensubiyetini gizlemek zorunda kaldıkları için isimlerini veremiyorum..." (Zaman, 20 Şubat 2000)

Babaannesinin ''Ermeni'' olduğunu gizlemek ''dini bütün Müslüman'' olmakla bağdaşır mı hiç? Sanırım bu ''gizlemek'', ''zorunda olmak'' gibi tutumlar ''Cumhuriyet''in politikalarıyla doğan bir sonuçtur.

Daha önceki bir yazısında da Sarı Gelin türküsünün kaynağına ilişkin bilgiler aktaran Mustafa Ünal''a, bu konuda farklı bir bilgi de ben ileteyim. Ahmet Refik, 18 Mayıs 1918 tarihinde Ardahan''da tuttuğu notlarda Merdinik''te dinlediği Okçuköylü Ali''den söz ederken ''en güzel söylediği'' türkünün "Diyarbakır''da, Erzincan''da, Erzurum''da kürdî nağmelerle okunan malûm bir türkü" olduğunu belirttikten sonra ''gayet şairane'' bulduğu türkünün mevzuunu şöyle anlatıyor: "Bir Türk delikanlısı köyünde yaşayan bir hıristiyan kızını seviyor. Sabahları tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüler ağıllarına dönerken sevgilisinin güzelliğini seyrederek rûhunun ateşini teskine çalışıyor. Fikren, hissen o derece meşgul oluyor ki, nihayet taptığı haçı, sevdiği salîbi görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir Pazar sabahı kalkıyor. Güneş yamaçlara altınlar serper, kuşlar tatlı terânelerle ortalığı şenlendirirken kiliseye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan âyini seyrediyor. Türkü şöyle başlıyor:

Vardım kilisesine baktım haçına

Mâil oldum bölük bölük saçına

Kız seni götürem İslâm içine

Vay Sinan ölsün sarı gelin

Ah seni vermem dünya malına

Şarkının nakaratı o kadar hazin, o derece etkileyici ki..."

Ahmet Refik, Merdinik''te dinlediği bu hazin türküyü Ardahan''da da işittiğini yazıyor.

(Kafkas Yollarında, s. 69, 73, Öncü Kitap, Ankara, 1992)

Buradaki türkü ve öyküsü, Erzurum Kültür ve Sanat Derneği başkanının anlattığından da, sayın avukatın söylediğinden de çok farklı. Savaşın, çatışmanın değil, barışın içinden doğan bir öykü var burada. Ve sanki "Osmanlı Türkü"nü yok eden sürece herkes bilerek bilmeyerek katkıda bulunuyor.

Sahi, Merdinik neredir? Hâlâ Merdinik midir?

24 yıl önce
Öteden beriden
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî