|
Dağın alnına kurulmuş şehir
İşte Göynük, güzel ve duru
Dağın alnına kurulmuş şehir,
Çıkarken susamıştık yokuşu;
Suyun ticaretini yapmak iyi değildir
Dedi, ikram ederken suyu.
Meyveler geldi sonra, bir sofra!
Emmi dedim, gülerek, bir soru;
Meyvenin iyisini seçmek sünnettir
Diye duydum, doğru mu?

Göynük, hiç kuşku yok ki, ülkemizin en güzel beldelerinden biri. Buraya kim bilir kaçıncı gelişim? Herhalde yirmiyi geçmiştir. Her seferinde, ilk kez gelmiş, görmüş gibi seviniyorum.

Göynük''ün Osmanlılar tarafından fethi, Taraklı''dan hemen sonra oluyor. Bu iki ilçenin kaderi ve tarihi neredeyse aynı. İnsan sayısı da öyle. Merkez nüfusları beş binden az.

Göynük, yüz yirmi yedi adet mimari eser nedeniyle, Kentsel Sit Alanı ilan edilmiş. Gazi Süleyman Paşa camii ve Akşemsettin türbesi bu eserlerden yalnızca iki tanesi.

İlçenin içinden, Çubuk gölünden kaynağını alan Göynük Suyu geçiyor. Aynı su, büyüyerek Taraklı ve Geyve''ye uğradıktan sonra Sakarya nehrine karışıyor. (Bingöl''de Murat nehrinin kollarından biri de Göynük Suyu idi.)

Köyümüzden hatırlıyorum. Ormanın içinde, ''Ahmet''in Göynüğü'' denilen küçük bir tarla vardı. Muhtemelen, o tarlayı, ormanın seyrek olan yerini yakarak açmışlardı.

Büyük Türkçe Sözlük''te, göynük kelimesine, birinci olarak ''yanık'' karşılığı veriliyor. Olgunlaşmış, bir başka anlamı.
Birleştirirsek; yanmış ve olgunlaşmış.

İşte bu olgunluğu ilçenin insanlarında, evlerinde, sokaklarında, hatta çınar ağaçlarında bile rahatlıkla görebiliyorsunuz.

Bir zamanlar, Göynük''ün ahşap oymacılığı meşhurmuş. ''Adı nereden geliyor'' sorusunun cevaplarından biri de bu olabilir:
Ahşabın yakılarak işlenmesi.

Meşhur Kaşıkçı İbrahim Usta bu ilçede ikamet ediyor. Göynük''e ne zaman gelsem, kendisini ziyaret ediyorum. Dükkânın en kuytu yerinden, kimseye göstermediği ve satmaya kıyamadığı kaşıklarından, kepçelerinden çıkarıyor bana. Özenle yapılmış ve saklanmış. Her biri, hem sanat eseri, hem doğa harikası.

Önce sokakları geziyor, sonra da Zafer Kulesi''nin olduğu en yüksek noktaya çıkıp ilçeyi kuşbakışı görüyoruz. Yorgunluğumuzu gidermek için de, Göynük Suyu''nun kıyısında çaylarımızı yudumluyoruz. Ali Görkem Userin ise ilçenin tamamını fotoğraf makinesine sığdırmanın telaşı içinde.

***

Seyahat etmek, insanın fanilik duygusunu pekiştiriyor. Şairimiz ne güzel demiş: ''Biz gidiyoruz dünya, sen çok yaşa e mi.''

''Ben de buranın yabancısıyım'' sözü, galiba her şeyi özetliyor.

Göynük Suyu''nun kaynağına, yani Çubuk Gölü''ne gitmek için ilçe merkezinden ayrılıyoruz.

Göl, bir serinlik olarak bizi karşılıyor. Sonrasında, bölgeye hâkim bir tepeye çıkıp kamp kuruyoruz.

Çam ormanının içindeyiz. Ayaklarımızı biraz uzatsak, göle değecek.

Aşağıya bakarken, işte bunları düşünüyorum: Bu dağlardan kim bilir kimler göle bakmış, manzara karşısında hayretini gizleyememiş, buraya ev yapmaya özenmiştir. Fakat civarda hiç ev yok.

Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat, Anamas dağının eteklerindeki Malanda yaylasına gelir ve hem yaylaya, hem Beyşehir gölünün manzarasına öyle bir hayran olur ki, ''cennet ya burası ya da buranın altı'' der. Aynı sözü, burası için tekrar ediyorum. Şunu da:

Canımı yakıyor, dünyanın güzelliği,
Yetmiyor ömür, o büyük şiire.
Rabbim, ne olursun
Sözümü kesme.
11 yıl önce
Dağın alnına kurulmuş şehir
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri