|
Çok sevinmeyelim çünkü yolumuz uzun

Komutanların istifasını konu alan haber ve yorumların büyük bölümü “yeni Türkiye”nin altını çiziyor. Yanlış değil bu niteleme; gerçekten de bugüne kadar alışmadığımız bir gelişme bu. Yenilik özellikle şûrâda: Komutanlar istifa ediyor ve bu gelişme “olağan” bir olay muamelesi görüyor. Bugüne kadar “olağanüstü” olmasına alıştığımız bir devlet aygıtı –nihayet- olması gereken alana davet ediliyor.

“İnatçı” bazı kalemler dışında medya mensuplarının çok büyük bir bölümü söz konusu “yeni Türkiye”nin hasretini çekiyormuş da haberimiz yokmuş! Bu gözlemimi “eski defterleri” aralamak amacıyla yaptığım sanılmasın, değişmek herkesin hakkıdır. Ama bu haber başlıkları ve yorumlarda meselenin biraz abartıldığı da muhakkak.... İstifaların bir “milat” olarak takdim edilmesi iddia edildiği kadar doğru olmasa gerek. Çünkü önümüzde hâlâ katedilmesi gereken bayağı uzun bir yol var. Şahit olduğumuz sevincin kaynağının “Ordunun siyasal alanı terk etmesi” olduğu muhakkak; ancak “siyaset” sözcüğünü dar anlamıyla kullanmıyorsak yüz yıla yakındır ülkenin erkek milletinin içinde epeyce zaman geçirdiği bir kurumun aşıladığı değerlerden kurtulabilmek sanıldığı kadar kolay değildir.

İstifaların ülke gündemine düştüğü günün akşamı bir televizyon kanalında konunun tartışıldığı bir programla karşılaştım. Emekli subay olduklarını öğrendiğimiz konuşmacılar “istifalar”ı “olağan” kılan siyasi çerçeveyi –ve böylece “yeni Türkiye”yi- göklere çıkarıp TSK''nın bugünkü yüksek rütbeli subaylarını var güçleriyle eleştiriyorlardı. Dikkat ettim, eleştirilerin büyük bölümü istifa eden komutanların “cesaret”, “yiğitlik” gibi askerlik mesleğinin değerlerinden ne kadar uzak düştüklerine ilişkindi. Hatta konuşmacılardan birisi hızını alamayıp, tarihten iyi bir örnek olarak Merzifonlu Kara Mustafa Paşa''nın başını celladına uzatmadan padişaha hitaben kaleme aldığını söylenen mektuptan da (aklında kaldığı kadar tabii ki!) söz etmeyi bile unutmadı. Gülümsememek imkânsızdı doğrusu... Bir taraftan TSK''nın “milletin ayrılmaz bir parçası” değil doğrudan bir devlet aygıtı olduğunun nihayet anlaşılmaya başlandığına işaret eden bir olay (istifalar) yaşanıyor, ama aynı anda -Merzifonlu da unutulmayarak- “orduyu ordu yapan” o muhteşem değerler bütünü anlatmakla bitirilemiyordu.

Daha açık söyleyeyim: TSK''nın bugüne kadar siyaset başta olmak üzere toplumu ilgilendiren hemen her konuda “bilirkişi” olarak söz almasının yolunu toplum olarak biz açtık. Tamam toplumun bir bölümü askeri darbeleri –sessizce- kınamadı değil; ama toplum olarak bu kurumun ürettiği ve empoze etmeye çalıştığı değerleri o derece içten benimsedik ki, tartışma dönüp dolaşıp generallerin “demokrat-legalist” olup olmamasına ilişkin sınıflamalar yapmaya gelip dayandı. Örnek mi istiyorsunuz? Alın mesela en başta ülkenin erkek milletinin “vatan hizmeti” boyunca yedikleri dayak ve küfürleri -bir küçük grup dışında- kimsenin dert etmemiş olmasını. Demek ki ordunun toplumu bir “okul” gibi alıp kendisine “başöğretmen” rolü biçtiği toplumlarda “güzel günlere” kavuşmak hiç de kolay bir iş değildir.

Yasemin Çongar''ın Franko sonrası İspanya''da eski alışkanlıklarını sürdürmek isteyen ordunun olması gereken yere çekilmesinde büyük emeği olan dönemin savunma bakanı Narsis Serra''nın konuya ilişkin kitabını incelediği yazı dizisinin bir yerinde bizi de doğrudan ilgilendiren şu başlık yer alıyor: “İspanya''da demokrasiye geçişin mimarlarından Narcis Serra''ya göre, demokrasilerde orduya ''kurum'' muamelesi yapılamaz.”

Biraz ilerde yer alan şu önemli değerlendirmeyi de aktarmak istiyorum: “General Franco öldüğünde, İspanya Ordusu kendisini bir ''kurum'' olarak görüyordu ve demokratikleşmenin önündeki en önemli engellerden biri buydu. Bu saptama, Türkiye''de Silahlı Kuvvetler''den bir ''kurum'' olarak söz edilmesine ziyadesiyle alışık olan, hatta sivil hükümetle askeriyenin, iktidarın iki ayrı tarafıymışçasına konuşup uzlaşmaya çalışmasını, ''kurumlararası diyalog ve uyum'' adı altında gayet makul sayanlar için yadırgatıcı olabilir. Oysa Narcis Serra, La trancision militar''da, İspanya Ordusu''nun özerk bir ''kurum'' değil, devletin birçok organından sadece biri olduğunun anlaşılmasını, ''demokratik reformun kalbi'' sayıyor.”

Bu değerlendirmenin bizim açımızdan da hareket noktası olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Benzer bir değerlendirmeyi epeyce zaman önce TSK konusunda ben de yapmıştım. TSK''nın kendisinden sürekli olarak “milletin ayrılmaz bir parçası” olarak söz etmesinin ortaya anlaşılması zor bir tablo çıkardığını, TSK''nın tabii yeri olan “devletin birçok organından sadece biri” statüsünden uzak durup kendisini ısrarla “milletin ayrılmaz parçası” olarak nitelemesinin ortaya bugüne kadar yapıp ettiklerinin “millet müdahalesi” olarak algılanması gibi son derece yanıltıcı bir durum çıkardığını söylemiştim.

“İstifalar” ile başlayan sürecin TSK''yı tabii yerine ne kadar yaklaştıracağını göreceğiz. Bu sürecin amacına ulaşabilmesi için bu işi dert edinen oluşumların –medyada, siyasi partiler, STK''lar- dillerinden başlayarak ciddi bir demilitarizasyon sürecine girmeleri de şarttır, çünkü bilinmez, TSK''nın “milletin ayrılmaz parçası” olarak nitelemesinden belki “millet” de memnundur...

13 yıl önce
Çok sevinmeyelim çünkü yolumuz uzun
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu