|
İlk soru: İnsan hayatını önemsiyor musun?

Başlığı (yukarıdaki) atar atmaz ayıldım ama oldu bir kere...

"İlk soru"yu şöyle formüle etsem daha doğru olurdu: Hayatı önemsiyor musun?

"Adalet" dediğimiz erdem de zaten her geçen gün bu yönde genişlemiyor mu?

"Hayvan hakları"ndan başlayan süreç giderek her canlının hayat hakkını korumaya çalışan yönde genişlemiyor mu?

Ama biz bugün bir çocuğun trajik hikayesinden söz edeceğimiz için "İlk soru" yine "İnsan hayatını önemsiyor musun?" olarak kalsın.

Önce Kant''ın şu güzel sözüne kulak verelim: "Eğer adalet yoksa, insanların yeryüzünde yaşıyor olmasının bir değeri kalmaz."

Şimdi de bir örnekten hareket ederek bu formülde ifadesini bulan hikmete daha yakından bakmaya çalışalım:

Dört yaşındaki Servan (bu güzel çocuğun gazetede fotoğrafı da var) 2001 yılında anne ve babasıyla gittiği YİMPAŞ''ın Ankara Söğütözü''ndeki mağazasında, oyunca reyonunda, üzerine 100 kiloluk bir dolabın düşmesi sonucunda oracıkta yaşamını yitirmiş.

Her gün 3. sayfalarda onlarcası ile karşılaştığımız bir kaza değil bu. Bir büyük mağazanın oyuncak reyonunda gezinen bir çocuğun üzerine 100 kiloluk dolap düşüyor... Mağazanın dolaplarını yerleştiren elemanı işinin gerektirdiği sorumluluğu taşımış olsa, bu kahredici olay olmayacak. Mağazanın müdürü ödevi-sorumluluğu gereği k.... koltuğundan kaldırıp bu işlerle de ilgilenmiş olsa Servan ve ailesi her zamanki gibi güle oynaya evlerine dönebilecek. Söz konusu mağazanın sahibi-sahipleri her kim ise, bu türden "kaza"ları peşinen engelleyecek bir iş düzenine hakim bir ekiple filan çalışmayı seçmiş olsalar, Servan yine hayatta.

Bu öyle bir "kaza" ki, "medeni bir ülke"de vuku bulduğu takdirde, tazminat olarak o büyük mağazanın pantolonunu bile ayağından alırlar.

Peki ya bizde?

Filozofun "Eğer adalet yoksa, insanların yeryüzünde yaşıyor olmasının bir değeri kalmaz" sözü bu soruya bir cevap aslında.

Servan''ın ailesi tarafından mağazanın üç yöneticisi ve üç tezgâhtarı hakkında açılan ceza davasında sanıklar suçlu bulunuyorlar. Sanıklara kesilen ikişer yıl hapis cezası, 444 ve 854 YTL''ye dönüştürülüyor.

Yargıtay bu kararı bozuyor.

İkinci yargılamada bilirkişi olayda Servan''ın sorumluluğunun da bulunduğunu öne sürüyor. Bunun üzerine mahkeme sadece bir mağaza yöneticisini para cezasına mahkûm ediyor.

Yargıtay bu kararı da bozuyor.

Sonraki yargılamada mahkeme mağazanın bir önceki gibi bir değil üç yöneticini suçlu bulup para cezasına mahkûm ediyor.

Sıra geldi yine Yargıtay sürecine. Ama merak etmeyin iş daha fazla uzamayacak, çünkü bu git-gel''ler sonucunda "yüksek mahkeme" davanın zamanaşımına uğradığına hükmedip dosyayı münasip yere kaldırıyor.

Ne güzel ve doğru söylemiş filozof: "Eğer adalet yoksa, insanların yeryüzünde yaşıyor olmasının bir değeri kalmaz."

Kalmaz tabii ; baksanıza dosya nasıl buhar oluverdi...

Bitmedi, devamı da ilginç:

Aile bunun üzerine YİMPAŞ aleyhine 500 bin YTL''lik tazminat davası açıyor. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, bir büyük mağazanın oyuncak reyonunda üzerine 100 kilo ağırlığında bir dolabın düşmesi sonucunda yaşamını yitiren bir çocuk için 500 bin YTL''yi çok buluyor. Mahkemenin bu iş için gönlünden kopan sadece 60 bin YTL.

Bu arada aile, tazminat davalarında âdetten olduğu üzere, YİMPAŞ avukatlarına istenen tazminat tutarının mahkemece geri çevrilen 440 bin YTL''lik bölümü için 7 bin YTL ödüyor.

Peki ya Yargıtay, ondan epeydir ses yoktu, o ne yapıyor bu arada?

Ne yapacak, 60 bin YTL''lik tazminat kararını bozuyor. Davanın yanlış yerde görüldüğünü, davanın "tüketici mahkemesi"nde görülmesi gerektiğini belirterek.

2001''de açılıp işin ceza davası faslını "zamanaşımı"ndan dolayı yolda yitiren, tazminat faslı için ise tamamı 60 bin YTL için sekiz yılın sonunda karşısında "tüketici mahkemesi"ni bulan bu davaya ilişkin sürecin "insanların yeryüzünde yaşıyor olmasının bir değeri" olduğuna kanaat getirmiş bir adalet''in eseri olduğunu ileri sürebilir miyiz?

Oyun gibi bir şey bu... Sevgili çocuklarını kendilerinden ayıran pis bir "kaza"ya neden olanlardan hesap sormak için yargı yolunu seçen acılı bir aile ile dalga geçmek gibi bir şey bu açıkçası...

Hele de şu "zamanaşımı" meselesi. Sen Yargıtay olarak –hangi nedenlerden dolayı olduğu bizi hiç mi hiç ilgilendirmez- önüne gelen dosyaları aylarca-yıllarca beklet; sonra da "Üzgünüz, zamanaşımına uğradı, mesele kapandı" diyerek dosyayı depoya kaldır...

Adalet senin önündeki dosyada senin elinle mi tecelli ediyor?

O zaman insan hayatını önemseyeceksin; gözünde "insanların yeryüzünde yaşıyor olmasının bir değeri" olacak.

Yoksa, "cüppe yakaları sert ve dik olup, üzerinde bulunan ve tüm yakayı çeviren sarı simden işlenmiş defne dalı biçimindeki sırma"nın adaletin nezdinde ne önemi olabilir?

Siz ne düşünürsünüz bilemem; benim gözümde, bir büyük mağazanın oyuncak reyonunda üzerine 100 kilo ağırlığında bir dolap düşmesi sonucu yaşamını yitiren 4 yaşındaki bir çocuğun hakkını arayan ailesini sekiz yıl oyaladıktan sonra "tüketici mahkemesi"yle baş başa bırakan bir adaletin, dört büyük erdemden birisi olarak bildiğimizle –uzaktan yakından- akrabalığı yoktur. Böyle bir durumda cüppe yakaları "sert ve dik" olsa ne yazar, "defne dalı biçimindeki sırma" tüm yakayı çevirse ne yazar...

"İnsan hayatını önemsiyor musun?" Bu soruya cevap ver.

15 yıl önce
İlk soru: İnsan hayatını önemsiyor musun?
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri