|
Selim Dindar için

Taraf gazetesinin sürmanşetinden öğrendim Selim Dindar''ın bir "kör kurşunla" can verdiğini. Gazete "Bir Kürt öldü diyeler" diyor. Altında Selim Dindar''ın ve oğlunun fotoğrafları.

Ahmet Altan, "Bir ölüm…" başlıklı yazısında "gülerken bile çok fazla gülmemeye dikkat er, sözcüklerini itinayla seçerdi, yaşıtlarıyla birlikteyken daha çok güldüğünü, daha serazat konuştuğunu tahmin ederdim ama ''büyüklerinin'' yanında ''saygısızca'' görünebilecek bir şey yapmaktan çekinirdi" sözleriyle hatırlıyor ve hatırlatıyor kendisini.

Selim Dindar ile hiç karşılaşmadım. 2003 Haziranında, Neşe Düzel''in kendisiyle Radikal gazetesi için yaptığı –ve bir bomba gibi ortaya düşen- röportajdan hareketle ben de birkaç yazı yayımladığım için açtığı telefonda konuştuk bir kere sadece.

Neşe Düzel''in röportajı gündeme gerçekten "bomba gibi" düşmüştü. Sınırlı bir çevrenin dışında, Diyarbakır askeri cezaevi adını taşıyan cehennem hakkında kimsenin pek bilgisi yoktu. Röportajın ve onu konu alan yazıların pek çok kimseye "Bu da ne böyle?" dedirttiğini hatırlıyorum.

Buldum o günlerde (2003 Haziranı) röportajın önümüze serdiği bilgileri konu edinen yazılarımı. Büyük bölümünü röportajdan alıntıların oluşturduğu yazılardan birisini aşağıya alıyorum. Selim Dindar''ı anmak ve bir kere daha "Amma memleketmiş" dememiz için.

* * *

Radikal''den Neşe Düzel, dünkü "Pazartesi Konuşmaları"nda "bomba"yı patlatıverdi... Düzel, dün yayımlanan röportajını 1981''de "Diyarbakır Cezaevi"ne giren ve orada üç yıl geçiren Selim Dindar ile yapmış. Hepimizin, herkesin mutlaka tamamını okuması gerekli bir röportaj bu. Kimseden saklayacak halim yok, ben kendi payıma bu haddinden fazla öğretici röportajı birçok yerde gözlerim yaşararak okudum. Talim Terbiye''nin yerinde olsam, okullarda belletilen bütün "Hayat Bilgileri"ne, bütün "Yurttaşlık Bilgileri"ne bu metnin hiç değilse bazı bölümlerini mutlaka sokardım. Sokardım, çünkü isterdim ki çocuklarımız insanoğlunun sırasında insanlıktan ne derece uzaklaşabildiğini, "hayat"ı ve "yurttaşlığı" nasıl askıya alabildiğini de öğrensinler....

Şimdi bu röportajdan bazı bölümler aktarıp, üzerinde hep birlikte düşünmeye çalışalım (Ama söz verin; bu metne bir biçimde ulaşıp, tamamını okuyacaksınız.):

Selim Dindar''ın üç yılını geçirdiği yer bir hapishane değil aslında; orası bir cehennem... Bu hapishanedeki görevliler "gardiyan" filan da değil aslında; onlar birer "Zebani"....

Sanmayın ki bu benzetmeleri ben yapıyorum. Bu benzetmeler (daha doğrusu, biraz sonra okuyacağınız gibi bunlar birer "benzetme" de değil) Dindar''la birlikte "cehennem"i paylaşan ve o zamanlar 50''sinde olan Mehmet Salih Besen''e ait. İşte size Dindar''ın sözleriyle "Diyarbakır Cezaevi"ndeki "Salih Amca"nın içinde bulunduğu dünyayı tasviri: "50 yaşlarındaydı. TKİ''de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. ''Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz'' diyordu. Biz ''Amca, yok öyle bir şey, gercek hayattayız'' desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. ''Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar ve ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre''de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır'' diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koşuğun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk. Bu durum uzun sürdü ve ona yaşadığımızı bir türlü ispat edemiyorduk. Bir gün mazgal açıldı ve ''Mehmet Salih Besen hazırlansın, tahliye oluyor'' dendi. Ben şahadet getirdim. Dedim ki, ''Biz yaşıyoruz...!'' "

Bir "devlet"in, kapısında adının yazdığı bir hapishanede tutuklu ve mahkumlara "dünyalarını şaşırtması" ile bugüne kadar hiç karşılaştınız mı?

Peki Salih Amca''nın tahliye edildikten sonraki hikayesi nasıl? Düzel''in "Peki o yaşadığına inandı mı?" şeklindeki sorusuna cevaben yine Dindar anlatıyor: "Hayır. ''Seyidim beni gönderme. Sen bana sahip çıkıyordun. Şimdi tek başıma mahşere hesap vermeye gidiyorum'' diye ağladı. (Hadi siz de ağlayın) Sonradan onunla birlikte tahliye olan gençten öğrendik ki, onları Siirt''teki sivil cezaevine götürmüşler. ''Eğer beni hanımımla, çocuklarımla konuşturursan ölmediğime inanırım'' demiş. Cezaevi müdürü de telefon etmelerine izin vermiş. Genç, Salih Amca''nın evini aramış, karşısına hanımı çıkmış. Telefonu Salih Amca''ya vermiş. Salih Amca, hanımına ''Ben sağ mıyım, ölmedim mi?'' diye sormuş. Ve ahize yere düşmüş. Salih Amca, içerideki vahşeti görünce, oradan sağ kurtulacağına inanamadı. Sağ kurtulduğunda ise buna kalbi dayanmadı."

14 yıl önce
Selim Dindar için
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon