|
"Vicdani ret"e ilişkin son derece şaşırtıcı bir yorum

Nabi Avcı son derece mak''ul bir bilim adamı ve siyasetçi. Şimdilerde yürüttüğü görev kişiliğine ve formasyonuna çok uygun: TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı.

Geçenlerde Eskişehir''de düzenlenen ve “Bedelli Askerlik ve Vicdani Ret”in tartışıldığı bir toplantıda kendisinden beklenen bir konuşma yapmış. Avcı, “vicdani ret” meselesinin kamuoyunda yanlış anlaşıldığından bahisle şöyle diyor: “Vicdani reddin, genel bir insan hakkı, düşünce, din ve vicdan hürriyetinin ayrılmaz bir parçası olduğu anlatılmalıdır.” Avcı, devamla, bu kavramın felsefi bir arka planı olduğunu, sadece “askerlikten kaçmak” gibi bir bahane için üretilmiş bir argüman olmadığını hatırlatıyor. Avcı''nın söz konusu kavram etrafında gelişen son tartışmalara ilişkin olarak yaptığı değerlendirme de önemli. “Vicdani ret” kavramının bedelli askerlik konusuyla aynı süreçte dile getirilmiş olmasının yanlış olduğunu vurguluyor.

Kulağımıza, aklımıza ve vicdanımıza hoş gelen sözler bunlar... İktidar partisinin bir milletvekili tarafından dile getirilmiş olması bu sözleri daha da değerli kılıyor. Çünkü bir taraftan bu yerinde ve değerli değerlendirmeden haberdar olurken, iktidar partisinin Milli Savunma Bakanı''nın aynı konuyla (“vicdani ret”) ilgili –şöyle böyle değil- çok şaşırtıcı bir açıklamasıyla karşılaşıyoruz.

Milli Savunma Bakanı olarak görev yapan –ve yine yeni tanıştığımız simalardan birisi olan- İsmet Yılmaz''ın şu açıklamasına bakın bir de: “Hem adalet bakanımızın dediği gibi hem bizim arkadaşların ortak çalıştığı (gibi), diyoruz ki: Bu gibi ''Ben askere gitmeyeceğim veya üniforma giymeyeceğim'' diyen insanlar için bir ceza, yani her seferinde 3 yıl, 5 yıl değil bir ceza vereceğiz. O cezayı hapiste çektikten sonra da askerlikten muaf olacak. Düzenleme budur, bununla ilgili bir çalışma yapılacak.”

Takdir edersiniz ki bu açıklama “şaşırtıcı” olarak nitelenmenin sınırlarını çok zorlayan türdendir.

Gördüğünüz gibi İsmet Yılmaz, Nabi Avcı''nın “genel bir insan hakkı, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası” olarak tanımladığı “vicdani ret”i “çok hapis cezası” ile cezalandırmak, vazgeçmek gibi bir lütufkârlık örneği sergileyerek tek bir hapis cezası ile cezalandırmayı tasarlıyor. Aferin doğrusu,“vicdani ret” gibi temel bir insan hakkından AB ve Avrupa Konseyi çatısı altında mevzuatına geçirmeyen iki ülkeden birisi olan Türkiye''nin payına düşen de bu demek ki...

İnanılır gibi değil gerçekten... AİHM''nin Osman Murat Ülke dosyasıyla ilgili verdiği karar kötü anlamıyla “faydacı” bir yaklaşımla ancak böyle anlaşılabilir. AİHM''in önündeki dosyaya bakarak “Bu gidişle davacının ömrü bir hapis cezası çekmekle geçecek, olur mu böyle şey” demesi karşısında Milli Savunma Bakanı, “Madem öyle biz de tek bir hapis cezası keseriz” demeye getiriyor. Ve de sanıyor ki, bu “kurnazlık” AİHM''yi ve Avrupa Konseyi''ni ikna etmeye yetecek. “Tamam mesele çözüldü, vicdani retçiyi bir kere hapise tıkarsanız hukuk açıçından bir mahzur yok” diyecekler ve bu mesele de böylece tamamlanmış olacak.

Bu öneriyi geliştirenlerin aklından bugüne kadar “vicdani ret” konusunda doğrudan biçimde suskun kalan AİHM''nin konuya ilişkin geçirdiği evrim ve dolayısıyla belki de çok yakın zamanda bu hakkı doğrudan tanıyabileceği ihtimali hiç geçmiyor mu? AİHM''nin bu –henüz- tereddütlü tutumuna karşılık Avrupa Konseyi''nin bütün organlarının “vicdani ret”i bir hak olarak tanıdıklarını da mı hatırlamıyorlar?

AİHM''in vicdani ret çerçevesinde Türkiye''yi ilgilendiren kararlarının gözden geçirilmesini yarınki yazıya bırakıp, belki bilmeyenler vardır diye düşünerek bir zamanlar Mustafa İslamoğlu''nun konuya ilişkin yayımladığı bir yazıdan bir iki satır alıntı yapmak istiyorum.

İslamoğlu, şöyle diyordu: “Sanırım bizde devleti temsil ettiğini düşünenler şöyle akıl yürütüyor: Devlet benim, millet de devletindir. Dolayısıyla millet bizim olmuş olur. Bu durumda milletin bizden bağımsız bir vicdanı olamaz. Biz ne dersek o olur. (...) Vicdanını bize inşa ettirmeyen ölsün. Dolayısıyla ''vicdani red hakkı'' diye de bir hak olamaz... (...) Teorik olarak düşünüldüğünde, çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede ''vicdani red hakkı''nı en çok İslam dinine mensup olanların savunması gerekir. Müslümanlar için bu hakkı elde etmek sadece ''hak ve özgürlük'' adına değil, dini mükellefiyet adına da bir vecibedir. Adı ''barış'' olan bir dine mensup olacaksınız, mukaddes kitabınız haksız yere bir adam öldürmeyi bütün bir insanlığı öldürmek olarak niteleyecek, bir cana kıyanın yerinin ebedi cehennem olduğunu söyleyecek, bireysel savaşa birileri ''terör'' adını koyduğu için lanetleyeceksiniz, ama iş kitle imha silahlarının su gibi kullanıldığı devlet savaşına gelince, bütün mukaddes ilkeler yerini ilkesiz bir hamasete terk edecek. (...) Bu yüzden ''vicdani red hakkı'' bu ülkede en çok dinine bağlı samimi Müslümanları ilgilendirmektedir.”

12 yıl önce
"Vicdani ret"e ilişkin son derece şaşırtıcı bir yorum
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler
Yıl 2030: Sokak köpekleri simülasyonu