|
İlahi benlik, toplumsal benlik ve "biz"

Dün olduğu gibi bugün de barışa giden kanlı yol çeldiricilerle, provokatörlerle, sol gösterip sağ vuranlarla dolu. Böyle bir gündemde biraz geri çekilip, son beş altı yazıdır yaptığım gibi "biz" ruhuna dokunabilme çabasıyla sosyolojik terminolojinin sınırlarını tevhidin diliyle genişletmenin imkanları üzerine düşünmeye devam edeceğim.

Tevhidî bakışı bugünün sosyolojik diline tahvil edebilmek için "biz"in yapıtaşlarını tasavvuf kültürümüz üzerinden döşemeye yönelik bir ilk adım olarak Yunus"un dizeleriyle başlamıştım. Kesreti vahdette, vahdeti kesrette yaşamanın "biz"i gerçekleştiren anlamlarını yine Yunus"la aralamayı sürdüreyim. Buradaki "biz" kuşkusuz sosyolojinin kavramlaştırdığı "biz" olgularından çok daha katmanlı bir anlam ihtiva ediyor çünkü.

Kesreti vahdette vahdeti kesrette yaşamak derken bunu topluma uyarladığımızda somut olarak ne bulabiliriz? Örneğin bir toplumdaki onlarca farklı unsurun tüm çeşitliliğiyle ve sonsuz değişimiyle bir arada o toplumun duyarlılığını veya duygusal arka planını oluşturduğunu yakinen gözlemlemeye başlayabiliriz. Kendini "biz"den seyredeni bilebildiğimiz ölçüde...

Sosyolojinin çok sevdiği "öteki" kavramını bir "ayırt edici nitelik" bağlamında kullanmak durumunda olsak bile ikiliği meşrulaştıran anlamına yaslanma gereği duymayabiliriz artık. Hiçbir alt kültürü veya topluluğu "yabancı" ilan etmeye gerek duymayacağımız gibi. Yine Yunus"un dizeleriyle: "Eğer ayine bin olsa bakan bir / Gören bir görünen bin bin göründü."

Siyaset ne kadar hakikati "çoklu" gösterirse göstersin, ne kadar bizi kutuplaştırırsa kutuplaştırsın, duygu birliği fikri düzlemden daha derine çapalamıştır gerçeğinin köklerini. Birbirinden farklı ideolojilerin, kimliklerin, etnik unsurların ve yaşam tarzlarının birbirini tahakküm etmeden iç içe yaşayabilmelerini sağlayan ana madde kuşkusuz bu duygu birliğinden yayılan bir simyada saklı. Aynı dinden, hayat tarzından, kökenden, ideolojiden, sınıftan gelmeyen insanların birbiriyle ilişkisini hakkıyla sürdürecek olan bu simyanın özü ise adalet duygusu.

Bir topluluk isterse padişahlıkla yönetilsin, adaletle hükmetmek / hükmedilmektir aslolan. Ve bu iki kişilik ilişkilerde başlıyor, küçük dünyamızda. Yaptığımız her işi Hakk yolunda, nefsimizin rızası için değil, kişisel yararcılık ve çıkar için değil, ilahi rıza için yapabilme gayretinden bahsediyorum. Bu halis niyet, kasti olarak kötülük yapmaktan insanı korur. Kötülüğün görünür ve görünmez şiddetinde bölen ve parçalayan duygular dış çeperde kaldıkça, "iç içe geçişler"in izleğinde iyiliğin, merhametin, diğergamlığın, dayanışmanın öne çıkmaya başladığını görürüz.

Toplumlardaki adalet duygusu ancak böyle bireysel nefs eğitimiyle gelişebiliyor, yaygın talebe dönüşebiliyor. Toplumsal gerçeklikleri (yaraları, aksayan yanları) hakkıyla teşhis edebilmek için toplumun aynası olan iç dünyalarımıza eğilmek gerekiyor o yüzden öncelikle.

Ben"den sen"e, sen"den O"na yükselerek ve sonra bunların hepsini cem ederek içinde kendinin de olduğu "biz deryası"nda kaybolmak yani vücudun birliğini gerçekleştirmek için: Toplumsal histerilerle, toplu cinnetlerle birbirimize nefret ve öfke yansıtma pratiklerini sona erdirecek olan "dış"ta "iç"i görebilen, "çokluk"ta "bir"i görebilen tevhid algısıyla mümkün.

Yunus Emre yorumları üzerine İşitin Ey Yarenler adlı kitabından (Kapı yayınları) önceki yazımda alıntı yaptığım Mustafa Tatcı"nın ifadesini açmanın tam yeri o halde: "Fiiller tevhidini yaşayan kişi faili tanır ve zerreden küreye bütün varlıklarda faaliyet gösteren kudreti bilir. Hayır ve şerrin, kahır ve lütfun Allah"tan olduğunu anlar. Sıfatlar tevhidinde kişi kainatta görünen her şeyin Hakk"ın bir sıfatı olduğunu anlar. Sureti çok, hakikat tek olarak algılar. Her şeyde Hakk"ı görmeye başlar. Zat tevhidinde ise görünen her varlık izafidir. Bir tek varlık vardır. Hakk. Bakmasını bilen kişi aynada tek bir yüz (cemal) seyreder."

"Nereye dönerseniz dönün Allah"ın yüzü oradadır" ayetinden hareketle tabiattaki her varlığı, kainattaki tüm eşyayı "semme veçhullah" olarak gördükçe toplumsal hissî arka planda külli ben"likle bir olduğumuzu idrak etmeye başlayacağız. (Yani nefsani ben"likten kurtulup aslımıza yöneleceğiz ve Kur"an"daki "biz" hitabıyla karşılık bulan vücud birliği"ni idrake yaklaşacağız. Bu müşahedeyi Tatcı"nın sözleriyle "ilahi benliğin ifadesi olan biz ile toplumsal benliğin ifadesi olan biz"i anlayanlar gerçekleştirebilir. Yoksa insan, gerçeğini görmediği varlığı nasıl sevebilir ve ona bir gözle bakabilir?"

Tasavvufta bu seyr-ü süluk methodunu içselleştirmiş bir kültürden geldiğimizi hatırlayarak sosyolojinin terimlerini buradan genişletebiliriz. Sosyolog Amiran K. Bilgiseven önceki yıllarda bu yaklaşımı önermiştir. (Bkz: Sosyolojik açıdan İslamiyet ve İslami Kavramlar.) Tevhidî bakışı sosyolojinin diline tahvil edebilmek için "biz"in yapıtaşlarını tasavvuf kültürümüz üzerinden döşeme çabalarına inşallah devam edeceğim.

10 yıl önce
İlahi benlik, toplumsal benlik ve "biz"
Bir büyük insanın ardından
Amerika’nın mesajı
Atatürk heykelleri de israf değil mi?
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”