|
Kanda ezeliyet sırrı
Dört yıl önce bu vakitler oradaydık. Mina'da. Son yirmi yılı birbirinden vahim facialarının gerçekleştiği Mina'ya diğer pek çok Türk kafilesi gibi geceyarısından sonra intikal etmiştik. Sabaha karşı ibadetimizi bitirip tekrar Kabe'ye dönecektik. Mina'daki olası izdiham anlarında oradan ayrılmış olma gibi bir olanak sağlamıştı bize tur şirketleri.

Gün batımında Arafat'tan ayrılıp Müzdelife'ye dek olan yolu yürümenin ne müthiş bir şey olduğunu fark etmiştim. Çünkü ancak milyonlarca insanın arasında yürürken, insanın ünsiyet kurabilen, çoğul bir varlık olduğunu, her şeyi kapsadığını vs. idrak etmeye başlıyordun. Ömrümde ilk kez kanlı canlı şahit olmuştum bu kadar insanın bir arada varolduğuna. Hep birlikte aynı şeyi yapmak, yani yürümek... Hareket etmek. Devam etmek. Hiçbir şekilde kesintiye uğramamak. Akışla akmak. Kainatın ritmine dahil olmak... Buna vücudunla şahit olmak gerekiyormuş. Ekranlarda seyretmek gibi bir şey değil.

Milyonlarca insanın akıp gidişinin içinde herkesin ne kadar biricik olduğunu, bir zerre eksik olsa, kainatın yıkılacağını fark ediyordun. Hem küll içinde cüzz olduğunu, hem de bir o kadar gerekli olduğunu bilmeye başlamak bir emanet sorumluluğu yüklüyor insana... Varoluş hakikatine dair tefekkür etmek veya bunun felsefesini yapmak elbet çok anlamlı. Fakat bunu vücudunda tatbik etmeden bilmek mümkün olmuyormuş. Üzerindeki ihramı dışında hiçbir şeyi olmayan, fakra ulaşmış, her şeyini vermiş, yaşamaktan vazgeçmiş bir deri bir kemik hacılarla birlikte... Varlığından soyundukça, hakikatin çıplak yüzünde ne kadar müthiş ne kadar yalın bir aşk varmış, tanık olmaya başlıyordun.

Ayaklar yürümekten nasır tutmuş, yara bere içinde kalmış, alınlar terli, gözler uykusuzluktan kağıt gibi olmuş, ne rütbesi, ne kimliği, sınıfı, ideolojisi kalmış insanlar arasında... Bir bakıyordun ki, her uzvuna nur inmiş. Allah'ın nuru yerleri ve gökleri kaplar ne demekmiş... İnsanda seyretmeye başlıyordun. Bütün o helak olmuş vücutların nura gark olduğuna şahitlik ettikçe... Ben'inden ve ten'inden soyunarak o nur deryasına dalmanın asıl yolculuk olduğunu görüveriyordun. Bir anda. Milyonlarca kişinin ameli tek bir amel oluyordu. Ve size içinizdeki en güzel amel ile muamele ediliyordu.

Böylesi bir küll'iyyet haliyle... Kül gibi yanmaya doğru adım adım, aynı ritimle, oluk oluk akıyordunuz birlikte. Bir süre sonra tüm insanlar bir insan oluyordu. Tüm diller dil. Tüm eller el. Ayaklar ayak. Çoğul ve tek. Çoklukta bir. Gönül bir.

Derken Müzdelife'de karanlığın içinde eğildik ve toprağın derinliklerine elimizi daldırarak kazdık, eşeledik. Kendi ten toprağındaki zaafları, hırs, kin, öfke, haset gibi kalıntıları arayıp duruyordun. Öyle her taş olmaz. Belli bir büyüklük ve yuvarlaklıkta olmalı ancak. Ve yetmiş küsur tane toplamak gerekiyordu. İnsanın o karanlıkta küçük orta ve büyük günahlarının muhasebesini yapması müthiş bir tecrübe.

Arafat vakfesine gidiş, vakfe ve sonrası öylesine meşakkatliydi ki... Kendini bilme yolculuğunun tüm merhaleleri çok da şuurunda olmadan sembolik olarak yaptırılıyordu herkese. Fakat nasıl bir zorluksa; teknolojik kolaylıklar dahi engel olamıyordu:

O kadar kişi için yapılmış seyyar tuvaletlerin kuyruğu, abdest alma yerleri, o taşları bulup çıkardığınızda yıkayacak musluk için saatlere varan sabır gerektiğini... Yanınızdaki yaşlı kişilerin ihtiyaçları, karnınız acıktığında yiyecek bir şey bulma zorluğu... Yanında taşı ne var ki bunda diyenlere turistik bir seyahatte olmadığınızı, her eyleminizin bir ibadet şuuru ile yapıldığını anlama gibi bir sınavda olduğunuzu, o bitmeyen yollarda bir çift terliğin bile yük olabildiğini...

Çok ama çok sabretmek, başınıza gelen onca yanlışlığa, haksızlığa tahammül etmek durumunda ilk kez kaldığınızı.... Arkanızı döndüğünüzde bir daha elinizdeki keseyi, cüzdanı, ayakkabıları bulamama riski taşıdığınızı... Bunca kalabalığın içinde hakkaniyetli bir biçimde, belli bir edep ve üslupla varolmanın bir fedakarlık gerektirdiğini... Her adımda diğerlerinde kusur görmenin ne kadar yaygın bir engel olduğunu hakikat ile aranızdaki...

Bunları anlatamamakla birlikte... Kurban kesmenin mânâsında asıl kurban olmanın anlamına yaklaşmaya başladığınızı... Hissediyordunuz usul usul. Her şeyle her şey arasındaki bağı sezmeye başladıkça birbirinize oracıkta evvelinizden ve ahirinizden bağlı olduğunuza şahitlik etmeye başlıyordunuz.

Mina'da avucuna aldığın kendi suçların, vicdan azapların, pişmanlıkların. Kendi kanın, terin, gözyaşın idi. Avucuna alıp fırlatıyordun onları. Varlık bir; içinde celal de var cemal de. Terk ettikçe nefsinin putlarını... Şeytan da dahilmiş, fark ediyordun. Sana 'gayrı hak' olarak gözüken şeytana rağmen, Hakka yaklaşıyordun. Ondan istiyor, ondan bekliyordun. Her şey O oluyordu derken.

Artık kurban edeceğin kendi nefsindi: En sevdiğin evladın. Bir türlü kurtulamadığın zaafların; İsmail'in. Ondan vazgeçip külli ruhla bütünleşecektin. Kan akıtmadan kurban olmaz. İbrahim (as)'in elindeki bıçağın kesmemesi; İsmail'in (as) kurban olmaya razı gelmesiyle açılmaya başlayacak bir sır. Bıçağın kesecek bir şey bulamamasının ardında: Emre aşk ile itaat eden, emredildiğin gibi yap babacığım, beni sabredenlerden bulacaksın diyen bir nefes! Kesilmeyi bilen!

Evet evlat babanın sırrı. Tevhidi ispat etmekle çözülecek düğüm. Her şey kurban olmakta İsmail'e gelene dek... Ve ondan sonra... Küçük balık büyük balığa kurban vs. Hepsi insanda buluşup 'canım sana feda olsun' aşkının sırrına dalmış. O aşk ki, varoluşun şahitliği! Hepsi kurban olmakta, bunu bilmekle yükümlü olan her şeyi kendinde toplamış insan... Kendini yâr'inde yok etme yolcusu insan. Ağyâr kalmayana dek. Ölçüsü, miktarı, şeriati, hakikati dahil!

Kabe'ye varıyorsun sonra yeniden. Arafat'a giderken sırtını döndüğün Kabe'ye. Kurban için döktüğün kanın sırrıyla. Kabe de farklı, örtüsü değişmiş, bambaşka bir yüzünü gösteriyor sana. Kalbinden tarafa alıp onu, başlıyorsun usul usul dönmeye. Varoluş içten dışa bir halka gibi genişliyor...

Anlıyorsun ki, akıttığın kan da bir. Senin kanın. Bıçağı dayadığın oğlun sensin. Boğazını kestiğin koyunun canı senin canın. Kurban da sensin, kesen de. Kanda ezeliyet sırrı var. Vücud bir. Hepsi Kendi. Bazen bu külli aşka; direnirken katledilenler şahit, bazen de Mina'da üst üste yığılanlar.
#mina faciası
#arafat
#mekke
#hac
9 лет назад
Kanda ezeliyet sırrı
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...