|
Küreselliğin loş zindanlarında işçi olmak

Yıllar önce bir maden ocağından gecenin karanlığına dağılan işçilerin yüzüne bakmaya çalışmıştım. Belli belirsiz gördüğüm çok bariz şu olmuştu: Umut. Belki içeriden dışarı, dardan genişe, karanlıktan ışığa çıkmanın getirdiği bir ortak ifadeydi. Belki rızkını zor şartlarda çıkarmanın sonunda gelen bir tür kıymet bilme haliydi. Hayatın kıymetini. Bir gün yerin dibinden çıkıp daha "aydınlık" bir yerde çalışma imkanına kavuşma hayaliydi belki de... Yıldızlar altında...

Şimdi üst üste gelen maden kazalarında hep maden işçilerinin yüzünde gördüğüm o umudu düşünüyorum. Tünelde mahsur kaldıktan sonra kurtulan, dumandan zehirlenmek üzereyken hayata tutunan işçilerin o kömür renkli yüzlerine yakından bakmaya çekiniyorum. Umudun yitirilişini o geleceğe odaklı yorgun yüzlerde seyretmek bende suçluluk duygusu oluşturuyor çünkü.

Sargı beziyle tutturulmuş bir geleceğin artık hayallerle birlikte gelmeyecek oluşuyla karşılaşmaktan çekiniyorum. Ömürlerin kül gibi sağa sola dağılıp gidişi karşısında donakalan o umudun yüzlerden çekilmesiyle karşılaşmaya da çekiniyorum. Bire bir sorumluluğum olmasa da, "aşağıda" sıkışmış, havasız kalmış, boğularak ölmüş, göçük altında kalarak can vermiş maden işçilerinin yakınlarının yüzüne bakmaya da aynı şekilde çekiniyorum.

Bu acımasız küresel sistemin onlara çok borçlu kaldığını düşünüyorum. Benim gibi doğrudan sorumluluğu olmayan sıradan herkesin yine de bu sistemin doğal tüketicisi olduğu sürece, bütüncül anlamda bir sorumluluk taşıdığını hissediyorum.

Tüketim ve vahşi kapitalizmin birörnek insan muhayyilesi yaratmasından, buna mukabil her alanda yaşanan zihin bölünmeleri yüzünden bir türlü hayatın veya vücudun bütünlüğüne odaklanamayışımızdan, heves ve hevaya uygun her çeşit sektörün nefsi şişirdikçe şişirmesinden dem vuruyoruz.

Dev binaların gölgesinde su ve topraktan kopuk yaşamaktan, almaya odaklı yetişen gençlerin birer arzu bebeği olarak kalıp bir türlü büyüyememesinden vesaire söz açıyor, sosyolojik analizler, çözüm önerileri geliştiriyoruz. Bir türlü sıra bedeniyle rızkını kazanan işçilerin gerçeğine odaklanmaya gelmiyor.

Çünkü bu körleştiren sistem, bize "altta kalanları" unutturuyor. Yerin altında, sistemin dışında, "refah" toplumunun öncesinde bir yerlerde bıraktık maden işçilerini. Bu bir bakıma bizim zindanımız. Kendi obezleşmiş nefsimiz yerine onların emektar bedenlerini gömdük o loş zindana. Sadece madencileri değil, vücudunu kullanarak yaşamak, üretmek ve hayatta kalmaya çalışmak zorunda kalan tüm işçileri.

Sistem işçi sevmiyor. Alın teri emekçisi sevmiyor. Meşakkat karşısında vaat edebileceği hiçbir şey yok çünkü. Kan ve gözyaşından başka. Meşakkatin sektörü hiç yok değil gerçi ama pek sevimsiz geliyor bu küresel oyunculara. Sistem konfor içinde ama kendini özgür sanan, hareket kabiliyeti önceden sektörler tarafından saptanmış "hedef kitleler"i seviyor. Tüketici seviyor. Pazarlayan, artı değeri keyif ve zevke tahvil eden, bireysel seçimler yaptığını sanan tanımsız yığınlar... Onları çoğaltıyor. Ayakta kalmak için...

Kan ve gözyaşından başka vaat edeceği bir şey yok demiştim bu sistemin. İç savaşların, iş kazalarının, toplumsal çatışmaların alt yapısını akacak kanın borsadaki ederi belirliyor büyük ölçüde. Birilerinin feda etmeye mahkum olduğu kanı canı pahasına diğerleri keyif ve zevk almalı tüketmekten.

Kaçak göçmenleri taşıyan tekneler Akdeniz"in sularına gömüldüğünde kurtarma işlemleriyle ve yaralı kurtulanların sığınma talepleriyle uğraşmak istemeyen ülkeler yüzünden uluslararası sözleşmeler insanın can sorumluluğunu hiçbir devletin sorumluluğuna vermeyecek şekilde düzenlenebiliyor.

Şimdi maden işçilerinin yakınları son bir umut içinde onların ölüsüne ya da dirisine kavuşmayı beklerken... İzdiham içinde birbirini kovalayan gecelerimizin gündüzlerimizin tortusunda biriktirdiğimiz küresel anılar giderek daralıyor. Sıkışıyor. Gereğinden fazla büyüttüğümüz, kamçıladığımız hırs, haset, öfke, tamah, bencillik gibi huylarımızın kuyusunda ne yıldızların aksi çalkalanıyor şimdi, ne hilalin dolunayın.

Hayallerimizin koynundan çıkıp umudun küllerini savurduk çoktan. Sistemin sorumlu muhatap bırakmayışına yenik düşmeyelim artık. İş kazalarında gerek firma yetkililerinden, gerek devlet düzeyindeki ihmallerden kaynaklanan ne kadar hata varsa, hesap sorabilmenin hukuksal düzenlemelerini gerçekleştirelim.

Bir gün birbirimize doğru yeniden yola çıkmamız gerek. Bastığımız toprağı sarsarak yaklaşmalı, içimizdeki ve dışımızdaki dünyaya karşılıklı dokunmalıyız. Bizi aşağıda ve yukarıda birleştiren sadece yas, gözyaşı ve kan değil, bunu yeniden hatırlamalıyız.

9 yıl önce
Küreselliğin loş zindanlarında işçi olmak
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet