|
Bizim Hakan yiğit bir adamdı...

Telefon bazen başka türlü çalar.

Açarsın, yine tanıdık bir sestir arayan.

Fakat o an arama nedeni her zamankinden çok farklıdır.

Bir ölüm haberi usulca söylenir kulağınıza…

Duyduğunu anlamakta, anladığını idrak etmekte, idrakini ifadeye dökmekte zorlanır insan…

Bir müddet, bütün varlığıyla sessizleşir, ardından “O''ndan geldik Ona dönüyoruz” der…

Bu, ölüm hakikati karşısında söylenecek ilk ve en anlamlı cümledir.

Ölüm gelince kalanlara sabır, gidene rahmet dileriz.

O telefon bana 26 Ocak günü Madagaskar''dan gelen misafirimle sohbet ederken geldi.

“Hakan Gün vefat etmiş”

Ne zaman, nerede, nasıl…

Hiçbir anlamı yok aslında bu soruların.

Anlamlı olan tek soru Hakan''ın nasıl yaşadığıdır.

Hakan, 24 Ocak günü aracıyla seyir halindeyken trenin çarpması sonucu ağır yaralanıyor, Portlant Oregan eyaletinde hastaneye kaldırılıyor, iki gün yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat ediyor.

Hakan vefat ettiğinde eşi tedavi için Türkiye''deymiş. Ölüm haberini vermek sevgili dostumuz Esat Gürbüz''e düşmüş.

Gürbüz diyor ki; “Sabahın erken saatinde aramış, hanımını haberdar etmiştim. Sonradan öğrendim ki; zaten kendisi benim telefondan hemen önce hanımının rüyasına girip işaretini vermişmiş. Rüyada kucağına alıp bir süre o şekilde taşıdığı eşini aniden bırakmış ve ona, ''bundan sonrasını yalnız yürüyeceksin'' demiş...”

Hakan''da şu fani dünyadan dar-ı bekaya irtihal etti.

Geride elbette yaşanmış bir hayat, yad edilmeye değer hatıralar bıraktı.

Bazıları insanların ölümlerinin tesellisi kendi içindedir, yani hayat tarzı, bir gaye üzere yaşıyor olması ölüm acısını hafifletir, ayrılığı taşınabilir hale getirir.

Hakan inandığı değerler uğruna yurdundan hicret eden bir “ışık süvarisiydi”.

Liseyi Eskişehir''de okumuş, ardından İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi''ni bitirmişti. Uzun yıllar Özbekistan''a ilgi duydu, gitti, geldi, dertlere çare aradı…

Genç yaşta “dava” düşüncesiyle hemhal oldu, vefayı, fedakarlığı, diğergamlığı, kendini aşmayı öğrendi, isar hasletini benimsedi…

Son yedi yılını ise Amerika''da eğitim hizmetlerinde görev yaparak geçirdi…

Ölümün insanı nerede nasıl yakalayacağı belli değil.

Hakan ölüm davetiyesini aldığında, Portlant Oregan eyaletindeki Rozegarden Türk Amerikan Kültür Merkezi Müdürlüğünü sürdürmekteydi.

Sonradan detayını öğrendim; Yıllar evvel anavatanlarından ayrı düşürülmüş on binlerce Ahıska Türk''ü Amerika''ya getirilmiş ve farklı şehirlere yerleştirilmişler. Kalabalık bir grup da Oregon eyaletinin Portland şehri ve civarına… Portland''da hem Türkler azmış, hem de vaktini bu insanlar için ayırıp onlarla ilgilenecek durumu olan yokmuş. İş Hakan''a kalmış, ailesi ile beraber o insanların imdadına koşmak için Portland''a yerleşmiş…

Hakan bu, ona bir iş düşecekte duracak, mümkün değil…

Hakan ve gül bahçesi…

Portland, gülleri ile meşhur, simgesi gül olan bir şehirmiş. Kültür merkezinin adının da ''Rosegarden'' Gül Bahçesi konulması manidardır, gayretlerle çevrenin gülistana döneceğine dair bir ümidi de içinde barındırır.

Ahıskalı aileleri tek tek ziyaret etmiş, eşiyle birlikte kimin ne ihtiyacı var ilgilenmişler, onlara gül bahçesi gibi temiz kalplerini azmışlar…

Sonra neler olmuş neler…

“Gösterişsiz, beklentisiz bir anlayışla insanların kalbine girmek” denilince oralarda akla bizim Hakan gelir olmuş…

Amerika''da öldü, memleketi Eskişehir''de toprağa verildi.

8 Şubat günü cenazesi Amerika''dan uçakla İstanbul''a, oradan da karayoluyla Eskişehir''e getirildi.

Gönül isterdi ki Hakan''a İstanbul''da Fatih Camisinde hizmete gönül vermiş bütün dostlarının iştirakiyle bir tören yapılabilseydi…

Fakat kader başka türlü tecelli etti, Hakan gurbette vefat etti, ancak vefatından neredeyse 15 gün sonra toprağa verilebildi.

Gurbet yaşayan insanın cenazesi de sessiz ve sakince yapıldı.

Çoğumuz ertesi günü gazete haberlerinden öğrendik, Hakan''ın cenazesinin Türkiye''ye getirildiğini ve Eskişehir''de toprağa verildiğini…

10 Şubat tarihli gazete haberi;

“Hakan Gün, Eskişehir''de toprağa verildi.”

İkindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Seyitgazi ilçesi Çukural köyünde toprağa verilmiş…

Bir de fotoğraf var, cenaze namazı kılınırken çekilmiş.

Haberde, Hakan''ın 11 ve 12 yaşlarındaki oğulları İhsan ve Numan''ın, babası Mehmet Niyazi''nin metanetine de dikkat çekiliyor.

Cenaze namazı kılınırken ve sonrasında yağmur yağıyor.

O gazete küpürü hafızama kazınmış halde duruyor…

“Hakan Gün, Eskişehir''de toprağa verildi.”

Ölüyoruz bir bir…

Şükür ki, öğrettiler, nasıl yaşarsak öyle öleceğimizi, nasıl ölürsek öyle dirileceğimizi…

Galiba 2000 yılıydı. Temmuz sıcağında Kütahya''daydım. Hava Er Eğitim Tugayı''na askerliğimi yapmak üzere teslim oldum. Saatlerce süren işlemlerin ardından kalacağımız koğuşa girdim, yorgunluk tavan yapmış halde adımın yazılı olduğu ranzaya oturdum. Üst kattan bir ses; “Abi hoş geldin, telefon lazım mı…”

Elbette bizim Hakan''dan başkası değildi o…

Tanışıklığımız çok daha eskiydi, İstanbul''da sık kesişirdi yollarımız. Asker ocağında aynı koğuşta ve üst ranzanızda ikamet eden böyle bir dostla karşılaşmanın hazzını ancak yaşayanlar bilir…

İnsanın kendisini garip ve yabancı hissettiği bu tür durumlarda, aşina bir ses, aşina bir çehre, duygu, düşünce ve değerlerde buluştuğunuz bir insanla karşılaşmak ne büyük nimettir…

Ama şimdi Hakan öldü…

Geçen gece askerlik fotoğraflarımı karıştırdım, Hakan''ın olduğu karelere daha dikkatli baktım…

“Hakan Gün, Eskişehir''de toprağa verildi” haberini eskitmeyeceğim.

Kendime sabır diliyorum Allah''tan…

Bir de taziye veriyorum…

En büyük tesellim Hakan''ın bir ideal uğuruna yaşadığını bilmektir.

Bildiğim ve gördüğüm şu ki Hakan¸ hayatını insanlara ve insanlığa hizmet peşinde koşturarak sürdürdü.

Kültür Merkezi''nin hemen noktasına eli değmiş. Bir odayı da şark köşesi tarzında inşa etmiş. Oturmak için sedirler ve duvarlarda halılar, kültürümüzü hatırlatan eşyalar. Bu odayı yaparken şöyle demiş eşine: "Burayı da bitirince merkezin her yerinin işini bitirmiş olacağım. Benden sonra kim gelecekse her şeyi ona hazır hale getirdim."

Ben Hakan''ı kendini hayra vakfetmiş, bir meçhul kahraman olarak tanıdım…

Dertlilerin olduğu yerde, derman arayanların arasında, ızdırap çekenlerin içinde onu görmek nasip oldu bize de…

Böylelerinin künyesi farklı olsa da ruhları birdir, kalpleri aynı şey için çarpar, heyecanları ortaktır…

Bizim Hakan yiğit bir adamdı…

Enerji dolu, cesur, hareketli, akıllı, vicdanlı, gayretli, yufka yürekli hassas…

İkram etmeyi seven, almaktan çok vermeye ayarlı bu adamı tanımak benim için büyük bahtiyarlıktır…

Allah sevdirdi seni bize…

Fakat yine de içimizde bir hüzün var…

Biz de “bundan sonrasını yalnız yürüyeceğiz”, ama yürüyeceğiz…

Uğruna yaşadığın değerlerin, gurbet yoluna çıktığın ideallerin, büyük sevdan ve elbette ailen, çocukların bize emanet…

Bizim kim olduğumuzu sorarsan, biz çok kalabalığız…

En belirgin vasfımız vefadır…

Şimdi Eskişehir''in Seyitgazi ilçesi Çukural köyünde bizden bir Hakan yatıyor…

15 yıl önce
Bizim Hakan yiğit bir adamdı...
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu