|
Daldan dala

Bugün konular muhtelif... Daldan dala atladık, garsonu sakatladık diyerek bir yerden dalalım, bakalım nereden çıkacağız...

Sıkça rastlarız, "Hayatımı anlatsam roman olur" derler ya, öyle düşünenlerden biriyle karşılaşmıştım bir tarihte.

Senin tanıdığın yazarlar vardır dedi.

Evet dedim.

Onlardan biriyle beni tanıştırabilir misin?

Ne olacak?

Benim dedi, çok ilginç bir hayatım var.

Eee...

Ben anlatırım, o yazar, ortaya güzel bir roman çıkar.

E şimdi sen telif ücretinden pay da istersin.

Yok vallahi, para pul istemem. Yazılsın yeter. Dünya gözüyle romanımı bir göreyim.


* * *

Azizim, kimin hayatı roman olmaz ki!

En sıradan diyeceğin kişilerin hayatından iki tane roman çıkar. Hem de hiç zorlamadan... Mesele yazmakta.

Romancıların konu sıkıntısı çektiğini düşünenler gaflettedir.

Köşe yazarlarının ise konu bakımından hiçbir derdi yoktur.

Ne yazılacağı değil, nasıl yazılacağıdır önemli olan.

O yüzden hangi konuyu ele alacaklarından ziyade, hangi konuları eleyeceklerine karar vermekle geçirirler vaktin önemli bir kısmını.

Ve her biri günde onlarca konuyu göz ardı ederek söze girer.


* * *

Bilerek atladığımız bütün konuları başlıklar halinde sıralayacak olsak yerimiz yetmez.

Dünya Kupası, Irak'ta ölenler, siyasilerin açıklamaları, kazalar, Nasrettin Hoca Şenliği'nde eşek yarışı, denizde kürek yarışı bunlardan birkaçı.

Enflasyonun durumuyla ilgili bir söz söylemeden geçmeyelim.

İki haneli oluşunu normal karşılamak gerekir.

Hanelerin biri yazlık, biri kışlıktır.

Milyonlarca vatan evladı, dişinden tırnağından artırdığı parayla bir yazlık edinmeye çalışırken, bizim kırk yıllık Enfi'ye bunu çok görmeye hakkımız var mı?

Onun da canı var.

Hatta bildiğiniz gibi o minik bir canavar.


* * *

Yazlığı olmayan, otel motel aramakla tüketiyor enerjisinin yarısını.

Evvelden plan yapıp konaklama yerlerini ayarlama alışkanlığımız oturmuş değil ne yazık ki.

Geçmiş zaman, bir arkadaşımız yurt dışından gelen misafirini bir otelde ağırlıyor.

Turizm o vakitler bu kadar gelişmemiş.

Lobide oturup bir şeyler içelim demişler.

Misafir buzlu çay istemiş.

Az sonra garson elinde iki bardak çayla gelmiş.

Bildiğimiz sıcak çay. Ocaktan çıkma. İçinde kaşığı, yanında şekeriyle birlikte...

Yalnız, birinin yanında buzdolabından alınmış bir buz var.


* * *

"Bu sıcak çay kardeşim, biz birini buzlu çay istemiştik" deyince, garson eliyle almış buzu, bardağın içine cup...

Bizim arkadaş saçını başını yolma aşamasına gelmiş, yabancı misafirin ağzı bir karış açık...

"Aysti..." diyor, garsonun elindeki buzlu çaya bakıyor.

Yaptığımız derin araştırma neticesinde, buna benzer hadiselerin memleketin pek çok yöresinde yaşandığını ve hatta aynı sahnenin birbirinden habersiz şekilde muhtelif yer ve muhtelif zamanlarda tekrarlandığını tespit ettik.


* * *

Atatürk, "Bu millete her şeyi öğrettim, bir tek uşaklığı öğretemedim" diye boşuna söylememiş.

Malum âliniz, yer Dolmabahçe Sarayı, misafir İngiliz Kralı VIII. Edward, sebepse ayağı takılan garson.

Bugün artık buzlu çayın öyle olmadığını biliyoruz.

Turizmin gelişmesi için uşaklığı öğrenmek gerektiğini de fark etmiş durumdayız.

Fakat ne çare, bu sene de turizmde beklediğimiz patlama olmadı.

Kısmetse kupadan sonra...
18 yıl önce
Daldan dala
Siyonist Hıristiyanlığın amentüsü: İşgal, ilhak ve katliam!
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi