|
Kriz söylevciliği üzerine

Kriz kelimesi, ekonomistleri bir farklı heyecanlandırırr. Söyledikleri daha bir dinlenir, her mecliste aranır olurlar. Medyada okunma ve izlenme oranları artar, her köşede, her kanalda kendilerinin davet edildiği programlar hazırlanır.

Bu kadar ilgi kuyruk tüylerini kabartır tabii ki. Hayır, iyi zamanlarda da bu kadar aranır olsalar, bir problem kalmayacak. Ama milletimiz başarıyı kendinden, musibeti elden bildiği için, iyi zamanlarda hariçten gazel okuyor gibi duran iktisatçılar, kötü zamanlarda halkımızın falcı ve üfürükçü niyetine eşiğinde beklediği aranan adamlar olurlar.

Oysa sosyal gelişmelerin ve tabiatıyla ekonominin gerçeği şudur: İyi zamanlar geçmişte problem ve kriz çıkaran bozuklukların halli ile geçirilmezse kötü zamanlarda yapacak pek birşey kalmaz. İktisatçılara aslında iyi zamanlarda ihtiyaç duyulmalı. Geçmişi tahlil ederek, ekonomideki sorunları ve bozuklukları, ekonomininin de tahammülünün arttığı iyi zamanlarda tamir edecek formüller geliştirsinler diye. Aksi takdirde iktisatçıyı, aslında müneccim kadrosunda istihdam ediyor olursunuz.

Ve ne yazık ki, iktisatçılarımızın çoğu kendilerine yakıştırılan bu durumu pek bir benimsemiş gibi gözüküyor. Tabiatıyla prim yapacakları dönemleri her hal ve şartta arar olmaya başlıyorlar. Tabiri caizse, kriz savar görevlerini bir kenara koyup kriz sever bir rol benimsiyor meslektaşlarımızın önemli bir kısmı.

Hiçbir çözüm alternatifi ortaya koymadan, tamamen en makro göstergeleri kahve falına bakar gibi yorumlayarak ufukta krizi görenler, aslında büyük ölçüde kendilerini pazarlıyorlar.

Bu demek değil ki, iktisatçı yanlış gördüğü politikaları, sorunları ve uygulamaları eleştirmeyecek, politika tavsiyeleri yapmayacak, bugünkü gözlemlerinden geleceğe yönelik projeksiyonlar çizmeyecek, çizdiği bu projeksiyonlarda kriz ihtimali belirmişse bunu gizleyecek. Kastımız, tamamen sathi tahlillerle ve büyük ölçüde de prim yapma gayretiyle sürdürülen şahsi kampanyalar.

Açıkçası bugün tüm dünya ile birlikte ciddi bir krizin eşiğindeyiz. Eskiden olsa çoktan bu eşiği geçmiş, paraşütsüz tepetaklak düşüyor olacaktık. Son yıllarda ekonomimizin yapısal anlamda tesis ettiği kazanımlar sayesinde şimdilik bu eşiğin kıyısında bekliyoruz. Ama kemdimize aşırı güvenmenin de bir faydası yok. Kriz öte taraftan uzanıp bizi içeri çekmeye kalkarsa, buna direnemeyeceğimiz kesin.

Yine de Türkiye düşük büyüme platformuna yavaş bir ivme ile geçiyor. Bunu ister bir şans, isterse başarı olarak addedin, sonuçta bu durumun en önemli sonucu, bize zaman kazandırması. Bu zamanı yerli yerince kullanmak gerekiyor. Fırtınayı pencereden donmuş bir halde seyretmek yerine, fırtınanın bizi de vurma ihtimalini düşünerek hazırlık yapmamız gerekiyor.

Şu anda şartlar uygunken döviz rezervlerinin bir miktar daha beslenmesi gerekiyor. Özel kesimin kur pozisyonunu kapatması yönündeki teşviklerin, abartıya kaçmadan, devreye sokulması gerekiyor. Böylece oluşacak dövize talep, dövizde uzun kalmış olanların sağlayacağı arz ile hem ilk aşamada kısmen dengelenecek, hem de dövizin yukarı seyrini yavaşlatacaktır. Bu kur artışı, yabancı sermayenin bir kısmını eleyecektir hiç şüphesiz, ama çok değil gelecek yılı düşünenler bile kalıcı olacaklardır. Dahası bu sayede zalan dünya talebi karşısında Türkiye ihracatı hacimden kaybettiğini, fiyat sayesinde kısmen telafi edebilecektir. Tabii tüm bu sürecin abartmadan, yavaş yavaş işlenmesi gerekiyor.

Farkındaysanız, faiz oranları ile ilgili hiç bir yorum yapmadım. Bence faiz oranlarını aşağı çekmek için henüz erken bir dönemdi. Bu silahı ileride kullanmak çok daha etkili olacaktır.

İktisatçıların başarısı krizlerin sıklığı ve şiddetinin azlığı ile ölçülmeli, bir sonraki krizin ne zaman geleceğini tahmin kabiliyeti ile değil.

16 yıl önce
Kriz söylevciliği üzerine
Bereket
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler