|
Tutunamayanlar

Hafızalarımızda bir diyalog. Yıl 2006. Rize Atatürk Stadı. Beşiktaş"ın iki flaş transferi Ailton ve Kleberson, maç öncesi yedek kulübesinde kahkahalarla sohbet etmekteler. O ilk anda komik mi üzücü mü ayırt edemediğimiz, o meşhur cümle dökülür Ailton"un ağzından Kleberson"a hitaben: "Sen git Maracana"da Copa America"yı kaldır, Dünya Kupası"nı al, Old Trafford"ta maça çık sonra gel Rize Atatürk Stadı"na."

Son zamanlarda bir çok spor sitesinde uzunca listeler ya da resim galerileri görüyoruz.Transfer döneminde olduğumuz için midir nedir, Türkiye"ye gelip bekleneni verememiş yabancı futbolcuların, sayısı yüzleri bulan hayal kırıklıklarının listeleri her yerde. Sadece Brezilya 2014"e bakarak dahi iç geçirmekten alamıyoruz kendimizi.

Filmi geriye saralım. 2000"lerin başı, Türk futbolu için özellikle marka değeri açısından bir milat olmuştu diyebiliriz. Galatasaray"ın UEFA"yı kazanmasının ardından görüntüde bir parlaklık oluşmuştu, içten içeyse o günlerde pek farkedemediğimiz bir düşüşe geçmişti Türk futbolu. 2002 yılında kazandığımız bir diğer tarihi başarı olan Dünya 3.lüğü ise düşüşün belki de dip noktasıydı.

Evet, en başarılı olduğumuz anlar, bir çok konuda en dipte olduğumuz zamanlardı aslında. Çok başarılı ve yetenekli bir altın jenerasyon yakalamıştık ve o ekibin deyim yerindeyse etinden, sütünden yararlandık. Süreci ülke olarak doğru da yönetmiş olmalıyız ki sportif başarılar ard arda geldi. Ancak galiba bundan sonra pilimiz bitti. Bu altın jenerasyon bizi bir yanılgıya sürükledi. Şöyle ki, nasıl olsa kazanıyorduk, öyleyse sisteme, altyapıya, mali tedbirlere gerek yok zannettik. Halbuki bu jenerasyonun da bir sonu gelecekti. Oynadığımız ve mağlup ettiğimiz büyük takımların büyük transfer bütçeleri vardı. Öyleyse bizim de olmalıydı dedik ve gelirlerini hiç incelemeden sadece giderlerini taklit ederek başta bahsettiğimiz bu yüzlerce hayal kırıklığını bir bir kulüplerimize kazandırdık. Hatta hatırlarsınız, bir ara milli takımımıza yapılması gereken transferleri dahi konuştuk.

Havaalanlarında karşıladık, omuzlarda taşıdık. Bazılarının adını sanını bile duymamışken, sağolsun acar basınımız sayesinde Botafago"nun yıldızı, Eintract Frankfurt"un gol makinası isimleri ülkemize getirip, onlardan kahramanlıklar bekledik. Evet en büyük ilüzyonlardan biri futbol, bunu biliyoruz ama olmayacağını bile bile amin dediğimiz dualar, gerçeğe dönüşmedikçe hep üzüldük, şaşırdık, anlam veremedik.

Kimisinin ismi, kariyeri Türkiye"ye büyük geldi Anelka gibi. Kimininse adamlığı fazla küçük geldi Ailton gibi. Öyle ya da böyle tutunamadı bu isimler bir türlü. Onlar tutunamadıkça, fırsat varken ellerinden tutmadığımız kendi çocuklarımız da tutunamadılar. Biz tutunamadık anlayacağınız.

Yine evden izlediğimiz bir Dünya Kupası sırasında buradan seslenmek istiyorum: Lütfen, artık yaptığımız işlerin hakkını verelim! Spor yöneticiliğini farklı kapılar açacak bir boş zaman etkinliği gibi görmeyen, harcadığı paraları öz çocuğunun rızkını harcıyormuş hassasiyetinde değerlendiren, yaptığı işe ve mensubu olduğu kulübe sımsıkı "tutunmuş" yöneticiler olduğu müddetçe, "tutunamayan" yabancı futbolcular ne paramızı, ne emeğimizi ne de hayallerimizi götüremeyecekler gittikleri yerlere.

10 yıl önce
Tutunamayanlar
İslâmcılık teriminin siyasî soykütüğü
Das Dava’nın yazılması-II
“Ben, öteki ve ötesi: İslam-Batı”
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...