|
Diyarbakır-Paris

Kılıçdaroğlu “Diyarbakır''ı Paris yapacağız” demiş. Bu “Paris” benzetmesi doğuda yaygındır. Ben de o bölgenin çocuğuyum, bilirim. Biri kendi kentini övmeye kalkışsa “Burası doğunun Parisidir” der.

Peki nereden geliyor bu “Paris tutkusu”

Kökü XIX. asır Osmanlı dünyasına, aydınlarına uzanır. Genç, reformist, modernist Osmanlılar memleketten kaçtıklarında soluğu Paris''te alırlardı.

Doğrusu o yıllarda Avrupa şehirleri ve bilhassa Paris; binaları, caddeleri, parkları, tiyatroları, teknolojik imkanları, entelektüel hayatı, kitap, dergi ve gazeteleri, siyasi-kültürel tartışmaları ile cazibe merkezidir. Oraya giden genç Osmanlılar hayran kalırlar. Bu donanım, bu şatafat, bu medeniyet gözlerini kamaştırır. Kendi ülkelerini sefil, bakımsız, fukara bulurlar. Herhalde bu yüzden galiba Hoca Tahsin Efendi şu beyti söylemiştir.

“Paris''e git hey efendi aklu fikrin var ise

Dünyaya geldim demesin insan gitmemişse Paris''e”

Biz Paris''e gittik-gidemedik, şehirlerimizi Paris gibi yaptık-yapamadık ayrı konu; ama Paris bize geldi.

Modanın merkezi ünlü marka mağazalarını artık İstanbul''da açıyor. Eskiden zenginlerimiz Avrupa''ya gittiklerinde oradan (Bilhassa Paris''ten ve bazı İtalya şehirlerinden) aldıkları giysi, ayakkabı, kıravat, çanta, şemsiye vb. ile hava atarlardı.

Şimdi bütün bunlar ayağımıza geldi, Paris ile İstanbul''un farkı kalmadı; yakında Diyarbakır''a, Mardin ve Urfa''ya, Konya''ya vb. bu mağazaların şubeleri açılır.

Okurlar merak eder markaları da sayalım bari: Ralph Louren, Zegna, Fendi, Bottega Venetta, Hugo Boss, Mochino, Maz Mara, Chistofle, Chloe, Cartier Hermes, Stefanel, IIilfinger, Escade, Gucci, Missoni, Armani, Prada, Dior, Louis Vuitton vb.

Bu mağazalarda bir çift ayakkabı bin beş yüz-iki bin beş yüz; bir kadın çantası binbeş yüz-üç bin beş yüz; bir erkek takım elbise iki bin beş yüz- üç bin beş yüz; bir kadın elbisesi iki bin beş yüz- on bin lira civarında satılmaktadır.

Bu markaların bazılarının “çakma” olanları (Msl: çanta, tişört vb) İstanbul''da yapılıyordu. Ama şimdi gerçek mallar geldi. Demek ki bu mallara talep var. Talebin var olduğunu şuradan çıkarabiliriz. Bir çok satan gazetemizin bol sayfalarına bakın; gazetenin yarısının lüks villa, site, rezidans, bina ilanları ile dolu olduğunu göreceksiniz.

Bu evleri kim alıyor?

Bu evleri kim alabiliyorsa, bu mağazalardan da onlar alış-veriş edecek.

Türkiye''de son otuz yılda hatırı sayılır sayıda zengin türemiştir. Bunlar yurt içinde ve yurt dışında iş yapıyor, para kazanıyorlar. Bu insanların hayat tarzı artık “Eski İstanbul”un atmosferine uymaz. Onlar Langa''da, Yedikule''de hatta Fındıkzade, Bulgurlu, Üsküdar, Tepebaşı''da falan oturamazlar. Şehrin dışında, etrafı duvarlarla çevrili, nizamiye kapısı olan, isteyenin girip-çıkamadğı korunaklı sitelere taşınıyorlar. Bu site hayatına özenen orta sınıf da boş durmuyor. Onlar dahi Sur İçi''ndeki eski evlerini satıp şehir dışında kendi bütçcelerine uygun bir siteye taşınıyor. Geriye kalan “Karabudun” için TOKİ çeşitli boy ve fiyatta evler, apartman ormanları üretiyor.

Böylece irisiyle, ufağıyla şehirde uzun yıllar süren mahalle hayatı bitiyor; şehir dışında “site hayatı” başlıyor. İşte Türkiye''nin “Kabuk değişimi”nin bir parçası.

Fert başına düşen milil gelir onbin dolar civarına çıkmış. Elbette her ferde düşmüyor bu para. Ortalama bir rakam bu. Türkiye''nin makro planda iktisadi durumu iyiye gitse de, altta kalanlar inim inim inliyor.

TÜİK''in 2009 “Hane Halkı Tüketim Harcaması” araştırmasına göre ortalama rakam 1.688 TL.''dir. Şimdi oturup düşünün bu parayı ayda kaç kişi kazanıyor. Hadi kazandı diyelim, bunun % 28''i konut ve kiraya, % 23''ü gıdaya gidiyor. Fert başına tüketim harcaması 759 liraya iniyor. Bu rakamlar fevkalade iyimserdir ve en altta “açlık sınırında” kalanlar ile onların üzerinde “yoksulluk sınırında” kalanların da üzerindedir.

Çünkü en düşük geliri olanlar (% 20''lik grup ise toplam gelirin % 46.7''sine el koyuyor. Bütün bu rakamlardan Türkiye''de bir “sınıf farkı” oluştuğunu çıkarmayın. “Sınıf” kavramı sadece paraya bağlı değildir. Avrupa''ya ait bir kavramdır. (İçtimai, iktisadi, dini, kültürel, felsefi kökleri vardır.) Bizde zengin ve fakir daima olmuştur. Ama biz Müslüman kaldıkça bizde “sınıf farkı” olmaz.

Zengin ile fakirin gelir farkının bu kadar açıldığı da olmamıştı. Özal''ın ülkeyi dünyaya açma (kapitalizm katarına son vagon olarak takma) politikasının devam ettirilmesi bu neticeyi getirdi.

Kimse “Türkiye''de zenginlik arttı, bakın ünlü markalar İstanbul''a hücum ediyor” demesin. Bu açıdan Diyarbakır veya Erzurum''un Paris olmasını da istemeyiz. Peki ne istiyoruz? Cevap: Adalet.

13 yıl önce
Diyarbakır-Paris
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon