|
İstanbul"da huzur

Berna Moran, A. H. Tanpınar''ın meşhur romanı “Huzur” hakkında yazdığı incelemeye “Bir Huzursuzluğun Romanı” adını vermişti. (Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, 1983). Bu huzursuzluk öncelikle roman kahramanı Mümtaz''ın hem gönlünde hem de zihninde bulunmaktadır.

Tarihin belli bir devresinde “eski dünya” yıkılmakta “yeni dünya” kurulmaktadır. Eski dünya kendi değerleri ve hayat tarzı ile huzuru yakalamış ve bunu asırlarca yaşamıştır ama, artık bu değerler ve düzen sarsılmakta ağır ağır yıkılmaktadır.

Huzur romanının kahramanı tıpkı ülkemiz gibi iki dünya arasında kararsız kalmıştır. Gerçi devrimler bizi “eski dünya”dan koparmak için yapılmış ve oldukça başarı kazanmışsa da “eski dünya”nın kökleri insanımızın değerler manzumesini teşkil etmekte ve kolay kurumamaktadır.

Tanpınar ise besbelli arafta kalmıştır. Esasen onun bu “arafta” kalması düşünen bir kafa taşıması sebebiyledir. Evet “yeni bir dünya kuracağız, ama nasıl?”. Bu soruya cevap arar. Eskiyi elinin tersi ile silip atamaz, çünkü mazi hayatımızda hep olacaktır. O belki hocası Yahya Kemal''in “kökü mazide olan ati”sini özlüyor, onun inşasını istiyordu.

Maalesef bu inşa yapılamamış ve ülke metazori dayatılan uygulamaların getirdiği bir niteliksiz yapıya sürüklenmiş; politikacılar ise bu oluşuma çanak tutmuşlardır.

Postmodernizm kavramının bundan otuz yıl önce mimarlık sektörünün gündeminde yer almasını sağlayan dünyaca ünlü kuramcı, tasarımcı ve peysaj mimarı Charles Jencks, Yapı-Endüstri Merkezi''nde bir konferans verdi. Konferans başlığı şu: “Kritik Modernizm”.

Charles Jencks ile yapılan bir konuşmada kendisine İstanbul hakkında ne düşündüğü sorulmuş. Cevaben şöyle diyor:

“İstanbul''un benim için öne çıkan yanı, farklı kültürden gelen insanların bir arada olması.”

Ee, sayın Jencks biz bir imparatorluk bakıyesiyiz. O imparatorluğun asırlar boyu başkentliğini yapan şehir İstanbul''dur. İstanbul alelade bir kent değildir. Üç medeniyetin buluştuğu bir merkez. Burada Hint''ten, Yemen''den, Çin''den, Maçin''den, İspanyol Yahudisi''nden, Pomak''tan, Boşnaktan, İtalyan Levanteni''nden, Rus asilinden, Tatar''dan, Afgandan dünyanın dört bir yanından adam bulunur. Bunların her biri şehrin oluşumuna katkıda bulunmuş, “Türk İstanbul” bu unsurları kendi kabında eriterek yeni bir kültür atmosferi kurmuştur. Elbette ki etkili bir manzaradır bu.

Ama bu manzaranın ne kadarı yaşıyor?

“Yeni dünya” safına geçtikten sonra bu şehri ve bütün ülkeyi “tek tip” haline getirmek için elimizden gelen her şeyi yaptık. Tarihi eserler üzerindeki kitabeleri bile silmeye kalkıştık. (Bir örnek: İsteyen Sultanahmet Köftecisi yanındaki Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi çeşmesi üzerindeki kitabeye baksın - Orası Türk Edebiyatı Vakfıdır- Kitabenin bir iki kartuşunun kazınmış olduğunu görür. Kilisli Rifat oradan geçerken bir ustanın yazıları kazıdığını görmüş, adamı azarlayarak iskeleden indirmiş. Böylece kitabenin bir kısmı kurtulmuş. Hatıralarında anlatıyor.)

Semavi Eyice Hoca''nın belirttiğine göre sadece Millet Caddesi''nin açılması sırasında 174 tarihi eser (Mektep, çeşme, mescit vb.) yıkılmıştır. Şehrin atmosferi, peysajı, kendine mahsus mimarisi, hayat tarzı değişti. Geriye pek bir şey kalmadı. Ancak birkaç adacık.

Böyle bir barbarlık dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.

Charles Jencks şöyle devam ediyor: “Modernleşme bu tarz yıkımları getirebiliyor. Postmodernizm ise bir direniştir. Bu tür durumlarda direnmek gerekiyor. Siz İstanbul''da yaşadığınız için dışarıdan bakamıyorsunuz. Bence burada adım başı geçmişi hissedebiliyorum. Tarihi pek çok yanı var bu şehrin ve hissedilebiliyor. İstanbul, NewYork ve HongKong gibi diğer büyük şehirlerin yanında çok huzurlu kalıyor.”

Onu biliyoruz sayın Jencks. Bu sebeple olsa gerek alafranga bir âdet olan “Yılbaşı Kutlaması” Pera''da gerçekleşti (Kendiliğinden, çünkü oraya yakışıyor). Taksim''de ve Nişantaşı''nda. Asıl İstanbul biliyorsunuz “suriçi”dir. Bu kutlama, bu şamata Beyazıt Meydanı''nda, Sultanahmet''te yapılsa yakışık almaz. Şehir bunu hâlâ muhafaza ediyor.

Hâlâ Kaşgarî Dergâhı''nda, Piyer Loti Kahvesi''nde, Merkez Efendi''de, Boğaz''ın herhangi bir köşesinde, Yahya Efendi''de, Yavuz Selim Camii avlusunda, Gülhane''nin, Sarayburnu''nun deniz gören bir yerinde sonsuz huzurun mistik esintisini bulabiliriz.

“Direnmek lazım” sözünden bunu anlıyoruz. İstanbul''un huzuru hâlâ ismini saydığımız eski dünyadan kalan mekanların varlığında yaşıyor. Maslak''ta değil.

14 yıl önce
İstanbul"da huzur
Kendiniz olmasaydınız ne olurdunuz?
Kara dinlilerle milletin savaşı
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı