|
Merkez ile çevre

Merkezin çevreyi belirlediği söylenir. Eh, doğrudur biraz. Buna karşılık çevre de merkezi besler. Mesela Nâbî’nin Urfa’dan, Nef’î’nin Erzurum’dan İstanbul’a gelmesi böyle bir karşılıklı ilişkidir. İkisi de geldiklerinde yetişkin idiler.

Ancak şurası kesindir ki eski dünyada (yani modern öncesi) “standartlar” merkezde oluşur ve oradan çevreye yayılır. Yayılır da çevreyi istila mı eder, çevreye baskı mı yapar, çevreyi tektipleştirir mi?

Hayır.

Evlerin cepheleri, pencere biçim ve oranları, kapılar-çatılar ve bunlar arasındaki ilişkilerin estetik formülleri merkezde oluşur. Oluşur ama bu oluşuma çevreden gelenlerin katkısı mutlaka olur. Karadenizliler

ahşabın işlenmesine, Mardinliler taşın işlenmesine, gümüşün işlenmesine katkıda bulunur.

Merkezde olgunluğa erişen estetik obje Kemah’ta, Kütahya’da, Safranbolu’da, Üsküp’te, Erzurum’da, Rize’de bir mühür olarak yapılan yapılara imza koyar. Ama onlara her şeyi dikte etmez. Mahalli örf, alışkanlık, zevk, gelenek, oradaki uygun malzeme ile eserin vücut bulmasını sağlar. Malzeme mahallin rengini taşısa da, eser ortak medeniyetin havasını yansıtır. Mesela bu Türk minaresi dersiniz, bu Arap minaresi.

Makamlar aynı olsa da bu Arap müziğidir, öteki Türk müziği.

Kerkük-Urfa-Harput üçgeninde oluşan müzik bu coğrafyanın mahsulüdür. O merkezden, merkez ondan yararlanır. En tipik örnek Harputlu Hayri’dir.

“Sinemde bir tutuşmuş yanmış ocağ olaydı.” mısraıyla başlayan gazeli, bestesi ile beraber bugün de zevkle dinlediğimiz bir parçadır. Şuraya gelmek istiyorum: Geleneğin sürdüğü dönemlerde merkezle çevre arasında uyumlu, geliştirici, zenginleştirici, çeşitlilikten yana ama bu çeşitlilik içinde bir birliği barındıran bir ilişki mevcut idi.

Dolayısıyla mimarîsi, müziği, yemek kültürü, eğlencesi, örf ve âdetleri ile ülkede coğrafyanın (iklim ve malzemenin) iktisatla beraber olgunlaştırdığı bir “kendine has” mahalli estetik güzellik vardı.

Ödemiş’te, Birgi’de, Kula’da gördüğünüz konaklara; bir baştan bir başa Karadeniz evlerine, Kastamonu’ya, Erzurum’a, Diyarbakır-Urfa ve Mardin’e ayrı ayrı hayran olurdunuz. Her şehrin hüviyeti ve şahsiyeti sizi hemen tesiri altına alabilirdi.

Modernleşme ile birlikte bu çeşitlilik ve kendi üretimimiz olan “standartlar” yıkıldı. Resmen ortadan kaldırıldı. Her semt, her kasaba, her şehir tek bir plan, tek bir biçim uygulamaya başladı. Bu uygulanan şey ise dışarıdan alınmıştı. Merkez öyle istiyordu. O kadar istiyordu ki, bu yolda kendini de yıkmakta tereddüt etmedi.

Şehir ve kasabaların ortasından geçen, mutlaka geçmesi gereken bir “bulvar” olmalı, bulvar kenarına apartmanlar dizilmeliydi. Deniz kenarındaki bölgelerde bu bulvar mutlaka denizle kara arasına girmeli, her şehrin-kasabanın bir “sahil yolu” olmalı, bu sahil yolu üzerinde “piyasa” yapılmalı ve gazinolar sıralanmalıydı.

Bu kesin emir (!) öyle bir kararlılık ile uygulandı ki,

üç yanı denizlerle çevrili

Anadolu yarımadasında doğal olarak denizle karanın

birleştiği bir köşe kalmadı.

Bütün şehirler apartman ormanları ile kaplandı; aynı cafeler, aynı mağazalar, aynı tüp-gaz bayileri, aynı benzinciler her adımda karşımıza çıkar oldu.

Şimdi şimdi belediye başkanları şehir ve kasabalarına bir özellik-bir güzellik kazandırmak için nasılsa yıkımdan kurtulmuş bir iki sokağı, bir bey konağını restore ettirerek ziyaretçilerini bu “müze”de ağırlamak istiyor. Hayfa!.... Bade harabel Basra!

Zaten yeni şartlara uyum sağlayamayan çevre uzun zamandan beri merkeze göçüp duruyor. Göçe göçe sonunda merkezi (merkezleri) doldurdular. Merkez artık nefes darlığı çekmeye başladı, hatta yer yer çevrenin kalabalığı içinde battı.

Bu merkezin artık bir şey üretme kabiliyeti, potansiyeli, gücü kalmamıştır. Ne merkez merkez ne çevre çevredir. Her şey birbirine girmiş, her köşe karmakarışık olmuştur. Hükmünü yürüten artık dışarıdaki merkezlerdir. Gökdelense gökdelen, cam binaysa cam bina, ayak üstü yemek ise ayak üstü yemek, arabaysa araba, internetse internet.

Tıpkı merkezin berhava oluşu gibi artık seçkinlikten, elitten bahsetmek de abestir. Kim modern, kim muhafazakardır? Zenginlik neye yaramaktadır? Madem soruldu söyleyelim: Dubai’de deniz üzerinde bir ada ve o adada az sayıda kişiye nasip olan villalar. Parası olan alır. Rus, Arap,

İngiliz fark etmez. Vaktiyle bir Mercedes’in arkasında şöyle bir yazı görmüştüm: “Kıroyum ama para bende.” Bu bir meydan okuma

idi ve merkezin canına okudu.

Ne ölçü kaldı ne tartı. Ekranda birileri tartışıyor: Tartışın, tartışın heyecanlı oluyor (21 Ocak 2009).

#Erzurum
#İstanbul
#Üsküp
#Kerkük
#piyasa
#Mustafa Kutlu
1 yıl önce
Merkez ile çevre
180 dakika ve sonrası
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler