|
Mülkiyet

İzmir''den yazan bir okurum, kapitalist mülkiyetin "doğal" bir hak olup olmadığını soruyor. Böyle bir soruya cevap vermenin galiba en iyi yolu, klasik değer/bölüşüm teorisinin temelini oluşturan, Locke''ın mülkiyet teorisini tartışmaktır. Kısa bir deneme yapalım.

John Locke, Avrupa''da kapitalist girişimcilerin tutkularına üslup kazandıran ve eylemlerini haklılaştıran ilk teorisyendi. Ona göre, mülkiyet hakkı, rıza veya siyasî hukuktan bağımsız olarak, daha toplum oluşmadan doğan bir haktır. Münzevî bireyin kendini besleme ihtiyacından ortaya çıkmaktadır. Mülkiyet, konvansiyonel değil, natüreldir: Toplumun kararıyla değil, tabiatın zorlamasıyla ortaya çıkar. İnsanın tabiatla ilişkisini tanımlayan ise, emektir. İnsan, tabiatı bakımından siyasî bir hayvan değil, çalışan ve sahip olan bir hayvandır: Terlediği için sahip olmakta, sahip olmak için ter dökmektedir.

Tabiat halindeki mülkiyet hakkı iki yükümlülük ile sınırlanmıştır. Birincisi, tüketebileceğimden daha fazlasını kendime mal edemem, çünkü müsriflik olur bu. Şayet yiyebileceğimden daha fazla erik toplarsam, artanlar çürür. İkincisi, diğer insanlara da bir miktar erik bırakmalıyım ki, onlar da bu yer nimetinden faydalanabilsinler. Ne var ki, Locke daha sonra bu iki önermeden vazgeçer. Birincisi için, bir yükümlülükten, ahlâkî veya siyasî bir sınırdan söz edemeyiz. Başlangıçta ahlâkîymiş gibi gözüken sınır, aslında fizikî bir sınırdır. Tüketebileceğimden daha fazlasına el koymaya hakkım yok, çünkü zaten bunu yapamam. Bunu yapmaya beni muktedir kılacak araçlarım yok. Ayrıca, bu şekilde "el konulan" herhangi bir şey elde edilmiş değil, israf edilmiş, dolayısıyla kaybedilmiş olur. İmdi, diyelim ki bu israfı önleyecek bir araca sahip oldum; bozulan yiyecekleri bozulmaz metalarla (mesela altın ve gümüşle) değiştirme hususunda hemcinslerimle anlaştım. O zaman, israf içermeyeceği için, birikim sınırsız olacaktır.

İkinci sınırlamada zorluk birincisinden daha büyüktür. Ağaçtaki bütün erikleri toplarsam, komşumun da erik toplayacağı ikinci bir ağacın olacağını kim teminat altına alabilir? Hobbes, mallara yönelik bu tür rakiplikte herkesin herkesle savaşının kaynaklarını görüyordu. Locke diyor ki: Özgün tabiat halinde, yeryüzünün nimetleri o kadar çoktur ki, her bir kişi başkasına zarar vermeden kendi tüketimi için onlara el koyabilir. Toprak mülkiyeti de emekten doğar: Emeğimle işlediğim toprağın meşru sahibiyim doğal olarak. Toprağı sürmek, kendiliğinden ürün vermesine kıyasla daha çok ürün vermesine yol açar. Dolayısıyla, emek marifetiyle bir parça toprağa el koymakla, insanlığın ortak malını azaltmak şöyle dursun, ona ilavede bulunmaktayım. Bu durumda, toprağın nimetleri varlıklarını benim emeğime borçlu olurlar. Bu mallar kimsenin olamaz, çünkü tabiatın eseri değil, benim emeğimin mahsulleridir. Eşyaya değerini veren tabiat değil, insan emeğidir.

Locke''a göre bireyin mülkiyet hakkının doğal sınırı yoktu, çünkü: (1) Paranın icadı bozulabilir malları bozulmaz kılmamıza imkân veriyordu; (2) Eşyanın değeri tabiatın cömertliğinden değil, insanın emeğinden geliyordu. Paradoksal bir sonuç çıkıyor bundan: Mülkiyet hakkı, mülkiyetin temelinde yatan emekten doğal olarak ayrılmaktadır. Paranın emek miktarlarını temsil ve muhafaza etme anından itibaren, meşru sahip artık zorunlu olarak emekçi değildir. Mülkiyetin, değerini koruması için mübadelenin serbest olması, böylece biraraya getirdiği emek miktarını temsile devam etmesi, yeterlidir. Mesela, üretmeden mal alıp satan bir fert onların meşru sahibidir. Kimseyi soymuyor, toplumdan hiçbir değer kaçırmıyor, tam aksine değeri muhafaza ediyor, dolaşıma sokarak işlemesine ve dolayısıyla artmasına vesile oluyor. Emek yoluyla dünyaya adım atan mülkiyet, bir kez parayla temsil edilen bir değer haline geldi mi, sahibin hakkı meşru biçimde emekçinin hakkından ayırılmış olur. Locke, klasik emek-değer teorisinin, dolayısıyla klasik ekonomi politiğin üzerine bina edildiği kayadır. Kapitalizmin Azîz Peter''i.

25 yıl önce
Mülkiyet
Sosyal güvenlik denetmen ve yardımcılarının maaş hesabı, ücretleri ve çalışma şartları
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile