İngiltere-ABD-Avustralya arasında inşası başlatılan askeri ittifak ‘A-UK-US’ ile İran’ın ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ne -kıdemli üyelerin yıllarca ayak sürüdükten sonra- hızla alınması arasında bir ‘ahenk’ var. Zaten araları 48 saat…
Özne Çin olduğundan ‘Yin-Yang gibi’ diyebiliriz. Şeklen, biri kara üzerinden Doğu’dan Batı’ya kavisleniyor.. Diğeri deniz üzerinden Batı’dan Doğu’ya…
Bize yakın taraftaki akış, İran-İsrail-Yunanistan çizgisinde ayrı bir anafor yaratıyor. Birazdan geliriz…
***
Kendileri bile hatırlamaz, işlerine gelmez şimdi ama, 2010 yılında İran’ı üye yapmamak için, ‘aday ülkelerin BMGK yaptırımı altında olmamaları’ mealinde kriter bile üretmişlerdi. Hoş, bu tür ‘hokus-pokus’lar olmasa bile örneğin Tacikistan’ın şerhi vardı İran’a.. Yakın zamana kadar da sürdü…
Bunların anlamı şu; ŞİÖ’nün liderleri, İran’ın önünü açmayı uygun gördüler çünkü şartlar öyle gerektiriyordu; Afganistan meselesinin açtığı kulvarla birlikte Çin’in Tahran’a verdiği güçlü ekonomik-politik destek zaten öncülleriydi…
İran’a yönelik Batı yaptırımlarının kalkması bekleniyor. Özellikle ABD’nin -şu sıralar her konuda olduğu gibi- burada da ‘darlandığı’ gözlemlenebiliyor. Eğer İran’ın nükleer kapasitesi ve doğal devamında askeri gücü ortadan kaldırılmayacaksa, eh bu da mümkün görünmüyor, anlaşmak gerektiği buz gibi ortada…
Geçtiğimiz 20 Eylül’de İngiltere Dışişleri Bakanı ile İran Dışişleri Bakanı’nın New York buluşmasını hatırlayalım; nükleer taahhütlerine uyan bir Tahran için ABD’nin ikna edilebileceğini söyledi Londra. Arkası zaten İngiltere-İran ilişkilerinin de iyileşmesidir. Tüm ‘Yin-yang’ dinamiklerine uygundur!
***
Tahran’da yeni bir hükümet olduğunu da unutmayalım. İbrahim Reisi iktidarı, Doğu ile hızlı ve sıcak ilişkiler kurmaya ilgi gösterdi. Ancak Batı sermayesi ve teknolojisine kapıları kapadığını söyleyemeyiz. Kendileri de söylemiyor zaten. İran’ın denge arayışları, ekonomi başta her yöne daha az muhtaç Tahran yaratma politikalarından geliyor. Yeni hükümetin karakteri biraz böyle ve sadece Dışişleri Bakanı Abdullahyan’ın öyküsüne baktığınızda, mesele anlaşılır. Çok tecrübeli diplomattır ama Devrim Muhafızları ve Kasım Süleymani’yle özel arkadaşlığının anlattıkları daha akılda tutulmalı…
***
Sonuç olarak İran hem büyük oyuncular hem bölge açısından bir ‘faktör’ haline geliyor. İşte bu noktadan sonra, Türkiye ile İran arasında yaşandığı bahsedilen gerginliğe değinmemiz gerekiyor…
Çünkü niteliği ve niceliği flu. Bir takım kapalı söylemler üzerinden gelişiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında yapılan Soçi zirvesinin ‘baş başa’ vurgusu, yüksek bürokrasiden/bakanlardan arındırılmış olarak anlaşıldı ama ‘İran’dan da arındırılmış’ akla hemen geldi.
‘Biliyoruz’ dediğinizde, bir ucu Moskova-Tel Aviv’e, bir ucu tüm Kafkasya’ya, diğer ucu güney sınırımızın ‘tamamına’ giden bir harita açılır önünüze…
Yunanistan’la kapatacaktık parantezi.. Yazacak, paylaşacak bilgi çok, yine yetiştiremedik. ‘İnşallah bir sonraya’ diyelim…