|
Büyük Büyük Dedemin Yazılamamış Hikayesi: 21 Mayıs 1864

Gizemli bir adam büyük büyük dedem. Öyle ki, torunu olarak yaşıyor olmasam, bu dünyadan gelip geçtiğine bile inanamayacağım. Hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz bir şehir efsanesi, bir göç hikayesi o. Kafkasya’da doğmuş olduğunu biliyoruz sadece. Bir de adının İlyas olduğunu. Kendimi bildim bileli araştırdım ama soykırıma uğrayan dedemin soy adını bile bulamadım...

Yıllar sonra rahmetli amcamın kitap arasında saklı kalmış bir mektubundan öğrendim ki, Büyük Çerkes Sürgünü denilen felaket henüz 10 yaşlarında bir çocukken düşmüş kaderine. 1864 senesinde, yüzbinlerce soydaşıyla yollara düşmüş. Annesi, babası, abisi, ablası yokmuş yanında. Sadece kendisinden yaşça büyük kuzeni ile gelmiş Osmanlı toprağına.

Ailesinin neden yanında olmadığını bilen yok. Acaba Rusların bitmeyen saldırılarından birinde mi öldüler; evleri, köyleri yakıldı da bir tek dedem mi sağ kaldı? Yoksa Rus askerlerinin aileleri bölerek istif ettiği ölüm sandallarında mı kaybetti izlerini? Yol şartlarına dayanamayıp öldükleri için Karadeniz’e atılmış da olabilirler... Belki deniz yoluyla gelmediler... O zaman hayvan taşınan ölüm vagonlarında açlıktan veya salgın hastalıktan kırılmış olma ihtimalleri var. Yürüyerek sürgün yollarına düştülerse de kurda kuşa yem olmuşlardır, yol kenarlarında solmuş çiçekler gibi yatan soydaşları gibi…

Bu acımasız tahminler benim zihnimin ürünleri değil. Bunlar tarihin onlar için kaydettiği ölüm çeşitleri. Hepsi yaşandı. Çok daha fazlası da. Ve maalesef ki, bunların dışında bir ihtimal yok… Kötümser olduğumdan değil; okuduğum hiçbir kitapta, araştırmada görmedim, hiçbir belgeselde izlemedim, katıldığım konferanslarda işitmedim o ‘başka ihtimal’i. Ama bin beterlerini işittim, binlerce yıllık ata topraklarından çıkarılan bir halkın yok olup gidişi için...

Hala kızı Zehra ve Çerkes İlyas. Böyle yazmışlar kayıtlara. O kayıtları da görmedim. Dedemin adından bile oğlunun soy ismi sayesinde emin olabiliyorum. Osmanlı Devleti’nin 1895 yılı nüfus sayımında şehir kayıtlarına Çerkesilyasoğlu yazıldığı için…

1864 yılına geri dönelim. Çerkes İlyas, kafilesi olmadan ulaşmış Rize’ye. Neden Rize ve neden kafilesi yok? Kafile nereden gelip, nereye gidiyor? Dedem ve kuzeni yollarda kaybolduğu için mi kalabalıktan koptu yoksa bile isteye, birilerini bulmak için mi gittiler Rize’ye? Bilmiyoruz elbette. Büyüklerimiz biliyorsa da bize intikal etmedi. Hem 10 yaşında bir yetim, öksüz, dilini bilmediği topraklara bir başına sığınmış, savaştan kaçmış bir garip… Kendi hikayesinin ne kadarını kendisi biliyordu ki?

Aşina bir yüz yok, söylediğini anlayan yok, gidecek yeri, soracak kimsesi yok…

Eşraftan bir ailenin himayesine alındığı söylenir dedemin. Kuzeni Zehra, gelir gelmez evlendirilir. Rize’de denizcilik yapar yıllarca, yerli halktan biriyle evlenir, bir oğlu olur. Osmanlı Rus harbinde bu vatana olan borcunu ödemek için cepheye en önde giden dedem bir daha dönmez. Çerkesliğinin hikayesini, bilinmeyenlerle dolu göç yolunu ondan dinlemeye soyadı Çerkesilyasoğlu olarak verilen oğulun bile fırsatı olmaz. Sürgünde kaybettiği ailesi gibi İlyas’ın da bir mezar yeri yoktur. Bu toprakların bağrında yatan milyonlarca isimsiz şehitten biri olarak, bu vatan için kendi vatanının hasretiyle genç yaşında sırlanır…

21 Mayıs 1864 tarihinde yaşananlar için ‘Çerkes Sürgünü’ deniliyor. Hiçbir zaman soykırım olarak tanınmadı. Tarih profesörü Kemal Karpat “Kafkas halkının 1864’ten sonra binlerce sene yaşadıkları ana yurtlarından sürülmesi dünya tarihinin en büyük cinayetlerinden birisidir” diyor. Kayıtlara göre nüfusunun üçte birini yüz yıllar süren savaşlar boyunca yitiren 1 milyon Çerkes, savaş kaybedildikten sonra Ruslar tarafından Osmanlı Devleti’ne sürgüne gönderildi. Ve tespit edilen o ki, bu insanların yaklaşık 400 bini yollarda açlık, hastalık ve yol şartları nedeniyle vefat etti. Bir halkın öz vatanında azınlık olarak bile kalamadığı, nüfusunun yarısını daha yolda kaybettiği, Osmanlı topraklarına yerleşenlerin bir daha asla ana vatanlarına dönemediği, dünyanın en korkunç sürgünlerinden biriydi.

Aradan 159 yıl geçti. Sürgün müydü, soykırım mıydı tartışması süredursun, biz sürgün çocukları için hiçbir şey değişmedi. Ruslar benden sadece ata topraklarımı almadı. Bütün hikayem, geçmişim çalındı. Neslimin izi silindi. Ben yaşadığım sürece yaşayacak olan bir isimden başka bir şey kalmadı…

Oysa bir mezar yeri olsun isterdim dedemin. Gidip ziyaret edebileceğim bir akrabası. Acaba Kafkasya’nın hangi bölgesinde doğmuştu. Hangi dilde konuşurdu? Bir köyümüz var mıydı yoksa şehirde mi yaşıyorlardı. Babası kimdi, mesleği neydi. Akıbetleri ne oldu? Bilmek isterdim.

En azından kayıtlara geçsin isterdim bu acı. Biri bir kağıda şu kadarını yazsa yeterdi; “Adı soyadı ... olan kişi, şu tarihte şuradan şuraya sürgün edildi…”. Ölüm kalım savaşı veren Osmanlı’nın bir anda büyük bir göç yükünün altında kalması engel olmuştu belki yaşananların kayıt altına alınmasına. Ruslarsa asla kabul etmedikleri bu zulümden kalan izleri de silmekle meşguldü. Acıyı biliyoruz, yaşıyoruz ama kağıt üzerinde yokuz. Tarihin düştüğü notlarda sadece birer sayıdan ibaret bu yaşananlar. O yüzden de gizemli bir adam oluveriyor dedem. Hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir muamma. Hiç yazılmamış, kayıt altına alınmamış, soru işaretlerinden ibaret bir sürgün hikayesi onunki…

Yıllarca arayıp sorduğum ama hiçbir ip ucuna ulaşamadığım, araştırmalarımın hepsinden elim boş döndüğüm bir hicran yarası benim için dedemin yaşadıkları. Eğer kafileden ayrılmasalardı belki hikayemizi bilen birileri yaşıyor olacaktı. Belki yolları bir Çerkes köyüne çıkacak, belki ilerleyen yıllarda yaşayan akrabalarını bulacak ve bu hikaye böyle eksik, böyle yarım kalmayacaktı… Ama kader iki yetim, öksüz, kimsesiz muhacirin, ölümden kaçıp el ele binlerce kilometre öteden yollara düşüp geldiği bu topraklarda da bir kimsesizlik yazmış onlara. Uğruna canını verdiği bu vatanda bir mezar yeri bile nasip olmamış ona. Hikayesinin şahidi olarak yıldızlar, denizler ve Kaf Dağı kalmış. Bir de benim damarımda akan kan.

Karadeniz kıyısına her gittiğimde hala ağıtların yükseldiğini hissediyorum göklere. Kafkasya’ya dair işittiğim her şey içimde belli belirsiz bir hasret doğuruyor. Nereyi özlediğimi bile bilmeden özlüyorum o toprakları. Bu yaşananlar bir gün soykırım olarak tanınır mı, Anadolu’da serpilip büyüyen Kaf Dağının çocukları ata topraklarına bir gün ulaşır mı yoksa orası bir masal diyarı olarak sonsuza dek akordeon sesleri arasında anılacak mı? Bilemiyorum. Tek bildiğim, son Çerkes de bu dünyadan gidene dek unutulmayacak olan bu sürgünden benim payıma düşen kırık dökük hikaye bu kadardı. Sürgün şehitlerine rahmet olsun, 21 Mayıs unutulmasın diye kalemime düşürdüğüm…

#Tarih
#Çerkes Sürgünü
#Osmanlı Devleti
#Nuriye Çakmak Çelik
1 yıl önce
Büyük Büyük Dedemin Yazılamamış Hikayesi: 21 Mayıs 1864
Korku zamanı
Boykotta kafalar neden karışık
Kimin enflasyonu
Terör örgütü elebaşı olarak İsrail portresi…
Hamas’ın ateşkesi kabulü ve İsrail’in Refah Operasyonu