|
Şair ve mülkiyet

Önceki yazımı, "Bejan Matur demiştim, şairdi hani. Nasip olursa, onu da haftaya konuşacağım" diye bitirmiştim.

Bejan Matur''u şahsen tanımam. Karşılıklı fayda ve/ya zarara mahsus bir mesele yoktur aramızda; Alev Alatlı''nın terk etmek zorunda kaldığı bir yapıya, yazar olarak -problemsiz- eklemleniverişini hayra yoramamakla birlikte yazılarını okuduğum biridir.

Yazılarımda, zaman zaman isim zikretsem de benim hiç kimseyle "şahsi" bir meselem yoktur zaten. O isimlerle ilgili olayların karakterini belirleyen olgulardır benim asıl meselem.

Bu, Matur için de geçerlidir. "Hedef gösterenin vicdanı" adlı yazısında anlattığı olayın temsil ettiği olguyu konuşmaktır niyetim.

Zikrettiğim yazısını şöyle bitiriyordu Matur: "Çocuklarını dağa ve taş attığı için cezaevine layık gören bu ülkenin zihniyeti değişsin diye uğraşıyorum. Benim bağlılığım Lukas''a. Baran''ın, Zilan''ın küçük yüreğine. İddia edildiği gibi herhangi bir parti ya da cemaate değil. Çocukların zihninden çıkan her harfin büyüsüne bağlandığım için şiir yazabiliyorum. Onlar oyuncaklarını yaparken, ceviz ağacının gölgesinde, şadırvanın sesine dalıp o şehir için iyilik diliyorum. Çünkü biliyorum; küçük parmakların hatırlattığı insanlıkla hayat temizlenir. İnsanı yok sayan propaganda ve iftira ile değil."

Pastoral çağrışımlarla yüklü bu romantik söyleyişlerin nedeni ise, kuruluş amacı "kültür ve sanatın seçkin örneklerini Diyarbakır''da sergilemek, Diyarbakır''ı kültür ve sanatın önemli merkezlerinden biri haline getirmektir" şeklinde belirlenen Diyarbakır Kültür Sanat Vakfı''nda, yaşları 8 ile 15 arasında değişen çocukların, "vakıf merkezinde kendilerine ayrılan atölyede, küçük testerelerin, keskilerin yardımıyla kendi oyuncaklarını yapmayı" öğrenmelerinden kaynaklanan bir "otorite krizi"dir.

Otorite derken, Edward W. Said''in "yol gösterici kuvvet" tanımını kastediyorum. Çünkü, iki ayrı yol gösterici çatışıyorsa ve kendi tanımlamasıyla bir şair, çatışan otoritelerden birine taraf olan vakfın başkanlığını yapıyorsa burada olay kendiliğinden bir olgunun temsiline dönüşüyor demektir.

Diğer bir söyleyişle, bir yazar (author), bir otorite (authority) üstünden, bir yol gösterici kuvvetin cevazını (authorization) alarak bir iş yapıyorsa, bu yaptığı iş diğer otoritenin varlığıyla birlikte probleme dönüşen bir olgunun göstergesidir.

Bu olguyu çeşitli şekillerde adlandırmak elbette mümkündür. Nitekim, Jaklin Çelik, son Radikal Kitap''taki yazısında "Peki ya yarın ne olacak? Kürtler, Türkiye projesiyle hesaplaşmalarını bitirdiklerinde, birbirleriyle hesaplaşabilme yetisini kaybettikleri bir Diyarbakır''la yüzleşecekler sanki. Krizlerin şekillendirdiği Diyarbakır''da şimdiki zamana dair aydın söyleminin Kürt kimliği içinde yükselen yeni değerlerin üzerine kendini konumlandırma biçimi, aynı aydınların gelecekteki hesaplaşmaların içinde nasıl bir yer tutacaklarına ilişkin ciddi ipuçları taşıyor. Aydın, zengin ve yoksulun başbaşa kaldıklarında birbirleriyle ne yapacakları, tohumları bugünden atılmaya başlanmış bir yarın sorunu" sözleriyle bunu "kritik varoluş olgusu" olarak adlandırdı. Bense, daha vasat bir adlandırmayı tercih ediyorum: Oryantalizm!

Matur''un söz konusu yazısı bu adlandırmama mahsus tüm karşılıkları içeriyor. Öncelikle medeniyetlere beşiklik etmiş Diyarbakır''ın insanını, "ilk-el" bir değer seviyesinden indirip, onu "ilkel" bir zemine oturtuyor; "...kültür ve sanatın seçkin örneklerini Diyarbakır''da sergilemek" niyeti de buradan doğuyor: İlkelleri kültür ve sanat üzerinden medenileştirmek…

Bunu "kim" olarak, kimin adına ve niçin yapıyor?

Matur, sıradan biri değil, Beyaz-Kürt bir şair! Şairliğini, vakıf sahipliği üstünden, bölgeyle ilgili kültür sanat işlerini oryantalist bir perspektife ayarlayan otoriteye sunuyor; kabul görüyor ve "yürü ya kulum" oluyor.

Dolayısıyla Matur, Diyarbakır''ın içinden bak(a)mıyor konuya. Bilakis, otorite tarafından "dışarıdan seçilmiş" ve dolayısıyla oryantalizme şartlandırılmış biri olarak bakıyor. Üstelik, bu sayede onu seçen otoritenin güvenini kazanmakla kalmayıp, ondan gelebilecek zararları da giderme yetkisini elde etmiş bir "bela giderici", bir "Kybele" edasıyla bakıyor. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş''la ilgili satırlarının altına bakılırsa ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

Niçin böyle yaptığına gelince…

Bunun için Jaklin Çelik''in yukarıdaki cümlelerinden "Diyarbakır''da şimdiki zamana dair aydın söyleminin Kürt kimliği içinde yükselen yeni değerlerin üzerine kendini konumlandırma biçimi..."nin altını tekrar çizmem gerekiyor.

"Konumlandırma biçimi"ne mahsus telaşın bir adı da yarın için bir şeyleri "temellük etme" azim ve gayretidir.

Şair, otorite ve mülkiyet!

Bu üçlünün evliliğine razı olabilseydim, "Şair Bejan Matur"un mezkur yazısına da tahammül edebilirdim.

14 yıl önce
Şair ve mülkiyet
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri