|
‘Beşikten mezara kadar ilim’

Büyüklerimizin “beşikten mezara kadar” bir tür açlık haliyle ilme açık oldukları çoğu zaman gerçekliği de aşıp efsanelere konu olmuştur.

Örneğin astronomiden fiziğe, matematikten tıbba, coğrafyadan tarih ve dinler tarihine… çeşitli alanlarda çok değerli eserler veren Ebü’r-Reyhân el-Bîrûnî’nin  (ö. 453/1061?) ilim aşkıyla ilgili olarak, kendisi gibi coğrafyacı, tarihçi, edip ve seyyah olan Yâkût el-Hamevî şu bilgiyi iletmiştir:

“Dilbilimci el-Kâdı Kesir bin Ya’kâb el-Bağdâdi, İslâm Hukukçusu Ebu’l-Hasan Ali bin İsa el-Velvâleci’den nakille anlatır: “Ebu’r-Reyhân’ın yanına girdim. Tek başınaydı. Canı boğazına gelmiş, göğsü iyice daralmıştı. O hâldeyken bana sordu: ‘Bana o gün ceddatü’l-fâside hesaplamasını (miras hukukuyla ilgili bir konuyu) nasıl anlatmıştın?’ Durumundan çekinerek dedim ki: ‘Şu hâldeyken mi anlatmamı istiyorsun?’ Bana şöyle cevap verdi: ‘Behey adam! Dünyaya veda ediyorum. Bu meseleyi biliyordum. Onu (tekrar) öğrenmem bilmememden daha hayırlı değil mi? Câhil mi gideyim istiyorsun?” Bunun üzerine kuralı söyledim o da ezberleyip bana tekrar etti. Sonra yanından ayrıldım. Henüz yoldayken feryatları işittim (Ebu’r-Reyhân vefat etmişti).” (el- Bîrûnî, Kıymetli Taşlar ve Metaller Kitabı, trc.: Emine Sonnur Özcan, TTK Yayınları, Ankara 2020)

Diğer bir örnek İbnü’l-Heysem’dir ((ö. 432/1040?).

Matematikçi, fizikçi, astronom, geometrici, filozof ve tıpçı İbnü’l-Heysem, kamera Obscura’nın da kâşifi olarak optik ilimin kurucudur.

İbn Ebî Usaybia’nın naklettiği bir metinde İbnü’l-Heysem ilim aşk ve cehdini bizzat kendisi şu cümlelerle anlatmıştır:

“Ben, yaşadığım sürece, bütün gayretimi ve gücümü şu üç şeye sarf edeceğim: Birincisi gerek yaşadığım sürece gerekse ölümümden sonra, doğru olanı arayıp onu (her şeye) tercih edene yararlı olmayı (amaçlamak). Bir diğeri, düşüncemin bu ilimlerin hakkını verip tasarladığını ispat etmeyi kolay/sıradan bir hâle getirmek ve üçüncü olarak da tüm bunları yaşlılık ve düşkünlük dönemlerimde bir azık ve geçim vesilesi hâline getirmek. Bunları yaparken, (…) Galen gibiydim âdeta: Yazdığım ve yazacağım kitaplardan amacım, ya yararlanmak isteyen birisine faydalı olmak ya da bunu yazarken kendimi terbiye etmede acele edip yaşlılığımda (bana yarayacak) bir azık oluşturmak.

(…) Bu üç konuda/ilimde neler yaptığımı açıklarken doğruyu bulmaya ne kadar ilgili ve onu kavramaya ne denli meraklı olduğum anlaşılsın istedim. Bunları anlatırken de aptal, sıradan insanları taklit etmekten uzak durup Allah dostu, takva sahibi, seçkin kişilere benzemeye çalıştığım gerçeği de bilinsin.” (Kitâbü’l-Menâzır - Optik, trc.: M. Faruk Toprak, Uzam Yayınları, Ankara 2024)

Üçüncü örnek dil âlimi, el-Keşşâf adlı meşhur tefsirin sahibi Zemahşerî’dir (ö. 538/1144).

Şimdiki Türkmenistan’ın Daşoğuz ili Köroğlu ilçesine bağlı Zemahşer’de doğan (1075), “Mekke’de Kâbe’ye mücâvir olarak bulunduğundan ‘Cârullah’; mensubu olduğu bölgenin övünç kaynağı sayıldığından “Fahr-i Hârizm” lakaplarıyla anılan Zemahşerî (TDV, DİA), ilim için Hârizm, Horasan, Mekke, Şam, Bağdat ve Ürgenç arasında dolaşmıştır.

Bağdat’a yeni bir uğrayışında (1138) Nizamiye Medresesi müderrislerinden dil alimi İbnü’l-Cevâlîki’nin (ö. 1145) derslerine katılarak 66 yaşında ondan icazet almıştır. (Bkz.: Keşşâf Tefsiri, TYEK yayınları, İstanbul 2016)

Hazretin vefat ettiği yaşa bakıldığında, son icazetinin ondan iki ya da üç sene öncesine denk geldiği ve dolayısıyla Zemahşerî’deki ilim aşk ve cehdinin de yine beşikten mezara kadar sürdüğü anlaşılacaktır.

Nitekim, İsmail Hakkı Bursevî’nin Kitabü’n-Netîce’sindeki kaydına göre, “ba’zı ekâbir-i evliyâ” da tasavvufa olan mesafesi nedeniyle Zemahşerî için “İlmine sözümüz yok, mezhebi kendinin olsun” demekle onun ilimdeki üstünlüğünü teslim etmişlerdir.

İlim yolunda bıkmadan, usanmadan yürüyen ve bu yürüyüşleri zaman zaman efsaneleşen yüzlerce büyüğümüzden sadece üçü hakkındaki bu bilgileri, “şanlı atalarımızla övünmek” için vermedik.

Geçmişteki ilim gayretini ehline tevdi ederek onlarla övünmek elbette bir tercih meselesidir. Ancak, bu övünmeyle mezkûr aşkı, cehdi önceden gerçekleştirilmiş bir iş olmakla, kendisinin ilimden muaf olduğuna hükmetmek ya da böylece tembellik üzere teselli bulmak en hafifinden aptallıktır.

İlim yatkınlık (istidat), yönelim ve imkanla mukayyettir. Herkesin bu sebeplere tabi olması ise hayati ilgilerin çeşitliliği bakımından mümkün değildir. Fakat az sayıda da olsalar ilimden yana nasipleri olanların, medeniyetin yeniden inşası için sadece ve sadece ilmin yolcusu olmaları gerekir.

Büyüklerimiz kendi hayatlarıyla bunu söylemektedir.

#Aktüel
#Eğitim
#Ömer Lekesiz
1 شهر قبل
‘Beşikten mezara kadar ilim’
Ey Muntakim olan!
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit