|
‘Doğan pençesine düşmüş serçe gibiyim’

Adudüddîn Îcî (ö. 1355), adına nispetle müstakil bir şerh geleneğini de doğuran

Ahlâk-ı Adududdîn adlı eserinin Birinci Makale’sinde ahlâkı şöyle tanımlamıştır:

“Nefse ait fiiller kendisinden kolay bir şekilde sadır olan meleke anlamına gelmekte olup, şu vecihlerden değiştirilmesi mümkündür. Bunlar: Tecrübe, hakkında şer’î varit olması ve akıllı kişilerin bu husustaki ittifakıdır. Ondaki (insan nefsindeki) istidatlar mizaçların farklılığa göre değişiklik gösterir.” (Trc.: İlyas Çelebi)

Îcî’den seksen bir yıl önce vefat eden Nasîrüddîn Tûsî’nin (ö. 1274) “nefsteki istidatların mizaç farklılıklarına göre farklılaşması” hakkında Ahlâk-ı Nâsırî’sinde yer alan şu metni, nefs terbiyesinin gerekliliğini en açık şekilde dile getirilmesi bakımından nakletmeyi öne alarak, konunun şairle / şiirle ilişkisine buradan devam etmek isteriz:

“Ahlâk Terbiyesi Sanatının Sanatların En Şereflisi Olması.

Var olanlardan herhangi birisinin cevherinin ıslahı ile sınırlı olan her bir sanatın şerefi, o var olanın kendi zatındaki şerefine göre olabilir.

Bu önerme, akıllıların aklında açık ve seçiktir. Örneğin, insan bedeninin ıslahını amaçlayan tıp sanatı, amacı ölmüş hayvanların derisinin ıslahı olan tabaklama sanatından daha şereflidir. Teorik ilimlerde kanıtlandığı ve biz de (bu kitabın) birinci kısmının dördüncü faslında işaret ettiğimiz gibi bu âlemin var olanlarının en şereflisi insan türüdür. Zira bu türün varlığı, onun ismi yüce ve zikri ulu olan Yaratıcısı ve Yapıcısı’nın kudretine bağlıdır.

Ancak insanın varlığının iyileştirilmesi ve cevherinin yetkinleştirilmesi söylediğimiz gibi onun görüşüne (re’y), düşünüp taşınmasına (reviyye), idaresine ve iradesine teslim edilmiştir.

Çünkü her şeyin yetkinliği kendisine özgü fiilin ondan tam bir yön üzere sâdır olmasında, noksanlığı ise (bu fiilin) ondan kusurlu olarak meydana gelmesindedir.

Nitekim, at konusunda belirtildiği gibi; eğer atın kendi özelliği, tam bir yön üzere ondan sâdır olmazsa o zaman ya eşek gibi yük taşımaya ya da koyun gibi kesilmeye layık olur.

Ayrıca insanın, varlığı yetkinliğe ulaşıncaya dek kendisine özgü fiillerin meydana getirilmesini gerektiren özelliğinin açığa çıkarılması, yalnız bu sanat (ahlâk sanatı) vasıtasıyla gerçekleşir.

Bütün bunlar dolayısıyla, meyvesi bu âlemin var olanlarının en şereflisini yetkinleştirme olan bir sanat, (ancak) âlem ehlinin sanatlarının en şereflisi olabilir. 

İnsan bireylerindeki çeşitliliğin, hayvan sınıflarından her bir sınıfın bireylerindeki, hatta bitki ve maden sınıflarındaki büyük çeşitlilikten -koşu atının hantal yük hayvanıyla ya da iyice cilalanmış Hint kılıcının gevşek ve paslanmış demirle bir tutulmaması gibi- daha fazla olduğunun bilinmesi gerekir. Hatta var olanların türlerinin hiçbir türünde, bu türdeki kadar farklılık ve ayrılık bulunmamaktadır. (Nitekim) şair şöyle der: 

‘İnsan gibisini görmedim / çeşitlilik arz eden / Övgüde, hatta bini bir sayılır!’ 

Şair, mübalağa ettiğini zannetse de gerçekte eksik kalmıştır. Zira insan türündeki bir birey hem var olanların en bayağısı hem de yaratıkların (kâinatın) en şereflisi ve en üstünü olarak bulunabilir. Söylediğimiz gibi, her ne kadar bütün insanlar yetkinlik türünü kabul etmede bir olamazlarsa da bu sanat vasıtasıyla insan, istidadına göre ve uygunluğu (salahiyet) ölçüsünce insânî mertebelerin en aşağısından en yüce derecelere ulaşma imkânı bulur. Buna göre, var olanların en bayağısını, yaratıkların en şereflisi eden bir sanattan daha şerefli bir sanat olabilir mi?” (Trc.: Anar Gafarov, Zaur Şükürov)

Daha önce eserlerini edebiyat maksadıyla telif etmediğini söylediğimiz Ferîdüddîn Attâr’ın (ö. 1221) yine bir edebiyat eseri olmayan İlânâme’sinin Münâcât kısmında yer alan:

“Nefsimin elinde nasıl da acizim! / Doğan pençesine düşmüş serçe gibiyim

Şu serkeş nefsim beni alçaltmıştır / Gece gündüz beni gamla yaralamıştır

Bu yolda aman ver bana bu köpekten / Haberdar et onu kendini görmekten”

şeklindeki mısraları zikrederek (Trc.: Mehmet Kanar), ilgili rivayetlere itibaren şairin mezkur kitabını çocuk yaştaki Mevlânâ Celâleddin’e hediye etmesinden hareketle, şairlerdeki nefs terbiyesinin aynı zamanda birinden diğerine devrolunan bir miras hükmünde olduğunu ifade edebiliriz.

Bu geleneğin içinde yeşerdiği anlayışın mahiyetini ise İbn Hazm’dan (ö. 1064) nakledelim:

“Kendini kendinden daha değerli olan amaçlara ada! Bu da yalnız, yüce Allah’ın zatı uğruna, hakka davet, namusu koruma, Yüce Yaratıcı’nın sana buyurmadığı değersiz işlerden uzak durma ve mazlûma yardımla olur.” (Trc.: Mustafa Çağrıcı)

#Aktüel
#Din
#Edebiyat
#Ömer Lekesiz
9 ay önce
‘Doğan pençesine düşmüş serçe gibiyim’
Küresel utançla recmedin: Netanyahu ve Biden gitse de bitmesin!
2023 ne demek!
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı