|
Ebruşen

Geçtiğimiz pazar günü Hattat Muhammet Mağ, Ebruşen Alparslan Babaoğlu ile Uğur Taşatan Kebikeç"e teşrif ettiler.

Sanat ortamında olan bitenlere, "geleneksel sanat" anlayışındaki kırılmaya, icazet müessesinin, atölyelerin durumuna kadar birçok konuyu (Afyon"dan gelen misafirim Sevket Ercan Kızılay"ın da katılımıyla) konuştuk.

Bu sohbetin ben de bıraktığı tadı vesile edinerek, neden "ebruzen" yerine "ebruşen" kelimesini kullandığımı söylemeliyim:

"Zen" bize Farsça"dan intikal eden bir kelimedir ve ilk anlamı "kadın"dır; işlevi ise sonuna geldiği kelimelere "vuran, vurucu, atan" anlamını katarak yine Farsça usûlüyle birleşik sıfatlar yapmasıdır.

Eklendiği kelimeye zımnen "dişil iş, uğraş" anlamını da verişine semazen, neyzen, handezen kelimeleri örnek olarak verilebilir. Rahzen, Şimşirzen gibi eril kullanımları da vardır ancak dişil kullanımları daha ağırlıklıdır.

Çok gerilere gitmeden söyleyecek olursak Necmeddin Okyay, Bekir Efendi, Sami Okyay, Sacid Okyay, Mustafa Düzgünman gibi ne ebru sanatını bugüne taşıyanlar ne de Niyazi Sayın, Alparslan Babaoğlu gibi onu bugün gereğince temsil edenler kendilerini belli bir kelimeyle, sanla tanımlama ihtiyacı duymamışlar ve halen de duymuyorlar.

Ebru sanatçısının tek kelimeyle tanımlanması ihtiyacı benim gibi sanatın elifbasını sökmeye çalışan ve öğrendiği kıt bilgileri kamuyla paylaşma cesareti gösteren cahillere mahsus bir ihtiyaçtan ibarettir.

İş bu nedenle "ebruzen" gibi salt dişilliği içeren, daha çok da dansı, çalgıyı ve çengiyi çağrıştıran bir kelime yerine, ebru sanatıyla uğraşanları "ebruşen" kelimesiyle tanımlamanın daha uygun olacağını düşünüyorum.

Şundan ki, "şen" kelimesi Misalli Sözlük"teki karşılığıyla: "Halinde ve davranışlarında yaşamaktan aldığı zevkin canlılığı görülen, neşesi durumundan belli olan, hayat dolu, canlı ve güler yüzlü, neşeli" demek.

Bu anlamın ebru ustasının niyet ve eylemiyle daha çok uyuştuğu bence kuşku görtürmüyor. Çünkü ebru yapmak bir yanıyla ahenge talip olarak, o talebin sudaki tezahüründen zevk almaktır.

Öte yandan Ermenice"den ya da Orta Farsça"dan Türkçeleştirildiği sanılan "şen" kelimesiyle, Rahman Suresi"nin 29. Ayetinde geçen "şe"n" kelimesinin düz okunuşundan semantik bir bağ da üretilebilir. Düz okunmasa da şe"n kelimesine Ragıp el-İsfahani"ni verdiği ilk anlam bile onun "şen" okunuşuyla ebruya eklenmesini mümkün kılar: "Eşşe"nü: Tesadüf edilen, rast gelen ve salahla alakalı olan hal; durum ve iş, mesele. Yalnızca büyük, önemli hallerle, durumlarla ve işlerle, meselelerle ilgili kullanılır."

Ebru sanatı, sudaki tesadüflerin bir sanatkar eliyle tevafuka dönüştürülmesi de demek olduğuna göre "ebruşen" o tesadüfleri tevafuklara tebdil edenin adı olmaya çok uygundur. Nitekim yine el-İsfahani söz konusu kelimenin çoğulunu şöyle tanımlar: "Kafada karşılıklı (olarak birbirine geçmiş) şekilde bulunan (kemiklerin, dikişe benzeyen) birleşmesi (noktası) demektir ki, insanın kıvamı, yaşamını sürdürmesi ona bağlıdır."

Söz konusu sohbetimizde de söyledim: Ebru da dahil sanatı kulluğumuza bitiştiren kavramlar adeta kulluğumuzu kolayca idrak edebilelim diye bize gökten indirilmiştir. Örneğin: Hakikat, hikmet, irfan, ahenk, tecelli, himmet, zevk vd.

Ve bu kavramların hayata yansıtılması çok özel bir çabayı, eğitimi ve öğretimi gerektirir. Çoğu zaman içiçe geçen, dolayısıyla birbirinden beslenen bu kavramların kendilerine mahsus bir işlevi, ahlakı ve üslûbu vardır.

Mustafa Kutlu bu bağlamda kendisinde hasıl olan yeni bir fütûhattan haberdar etti beni.

Ondan bana nasip olanı inşallah izleyen yazımda sizlerle paylaşacağım.

11 yıl önce
Ebruşen
Zor sorular, aşikar cevaplar
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler