|
“Kuğu Gölü”nde yüzmek...

Arkadaşlarımızla edebiyata yöneldiğimiz yıllarda Wagner''le kanatlanmaya, Beethoven''la ses-matematik uyumunu keşfetmeye, Vivaldi''yle romantizmin doruklarına tırmanmaya, Tschaikovsky ile çay ve sigara eşliğinde acının kılcal damarlarında dolaşmaya çıkardık.

O yaşlarda gerçekten anlar mıydık onların müziklerinden?

Sanmıyorum!

Onları biz bulmamıştık çünkü, bize verilmişlerdi…

Kendilerinden İslamî düşünceyi ve edebiyatı öğrenmeye çalıştığımız kimi ağabeylerimiz dinlerlerdi onları…

Biz de “onlar dinliyorlarsa vardır bir hikmeti” diye dinlerdik…

Hâlâ anlayamadığım bir çelişkidir bu açıkçası: Klasik Batı Müziği dinleyeceksin, Faulkner''sız, Ionesco''suz, Camus''süz cümle kurmayacaksın, Attar''ı, Şebüsteri''yi, Iraki''yi, Sühreverdi''yi hiç anmayacaksın ama İslamî düşüncenin ve edebiyatın temsilcisi olacaksın…

Bu anlayışsızlığımdan olmalı, aradan geçen çeyrek yüzyılda söz konusu müzikle ilgili “Debussy''nin son derece yumuşak orkestrasyonunda ahşap üflemelerin değeri yükselmiş…; Ravel''in, Skriyabin''in gizem dolu tınılarına hayran olmamak elde değil…” türünden kitabî (kaynak göstermeksizin aşırmalı) bilgilerim biraz biraz artmasına rağmen tam erişemedim yine de ağabeylerimin onları dinlemesindeki “hikmet”e.

Onların eylemini daha sahici bir ilgi ve özlemle “jazz''gırlık” düzeyine taşıyanlarımız da çıktı aramızdan.

Ama ben, türküler diyarından kopup gelmiş biri olarak kopamadım türkülerden hiç.

Bugün bile “Ayışığı Sonatı”nı, ışıltılı bir terasta evrenin ruhunu solurcasına dinlemeye can atarım ama onun ardından bir “bozlak” patlatmazsam tamamlanmaz keyfim!

Eğer o bozlağı, Idir''in, Ümmü Gülsüm''ün, Nusret Fatih Ali Han''ın, Minassian''ın, Anouar Brahem''in, Hamza Shakkur''un, Muhammed Rıza Shajarian''ın, Fairuz''un, Yasmin Levy''nin, Aynur Doğan''ın, Mikail Aslan''ın, Şivan Perwer''in, Erkan Oğur''un, Kazım Koyuncu''nun… parçalarıyla parlatmazsam içim hiç rahat etmez…

Hasılı, Klasik Batı Müziği karşısında benim halim, Yıldırım Akbulut''un -hakkında üretilen meşhur fıkralardan birinde- “Hanım, davet ettiler kıramadım; yarın Kuğu Gölü''ne gideceğiz, mayolarımızı hazırla” deyişindeki gibi görünüyorsa da son tahlilde “Mozart''ın 40. Senfonisi''ni, Çaykovski''nin Mazeppa''sını dinledim, harikaydı” yollu yazılar döktüren “seçkin kalemler”in hiçbirisinin durumu emin olunuz benimkinden daha iyi değildir.

Basbalkon nedir, helicon neye benzer, rose gitarın neresine denk düşer, bir viyolanın klasik kemandan farkı nedir… diye sorduğunda yüzünüze trene bakar gibi bakmaktan öte bir tepki veremeyecek olan bu tipler aslında Klasik Müzik tutkunu olduklarından filan değil, Türk Müziği''nin radyolarda çalınmasını yasaklayan, halk müziğini “yüz ağartacak” nitelikte görmeyen zihniyeti yaşatmayı misyon olarak benimsedikleri için Klasik Batı Müziği''ni cilalıyorlar…

Tamam, Kur''an okumayı yasakladınız, tekke ve zaviyeleri kapattınız, dile tecavüz ettiniz… Devrim filan yapıyordunuz ya hadi bunların o manada bir karşılığı vardı diyelim ama Türk müziğini yasaklamanın karşılığı neydi a (Hüsnü olmayan) mübarekler…

Büyük illere orkestralar gönderip, köylerden şapkalı dayıları zorla kamyonlara bindirip getirerek dinlettiniz de n''oldu? “Adana Adana olalı böyle zulüm görmedi” sözünden başka ne var bugün elinizde?

Ve lütfen kıvırtmadan söyleyiniz: Devlet desteğiyle -zorla- yaşatılmaya çalışılmasa Klasik Batı Müziği''nin icra edildiği kurum ve kuruşların ömrü üç günden fazla sürebilir mi?

Bunu derken bu kurumlar ve kuruluşlar kendi hallerine terkedilsin, kapatılsın demiyorum. Beslensinler, yaşatılsınlar elbette…

Benim demem o ki, zibidiliğin, şaklabanlığın, rol kesmenin, yabanın müziği üstünden çağdaşlık taslamanın, seçkincilik oynamanın, (hadi sevgili Sırrı Süreyya Önder''in kulaklarını çınlatarak ekleyeyim) el müziğiyle gerdeğe girmenin âlemi yok…

Ben Klasik Batı Müziği''ni bilmediğimi biliyorum ve bilmediğimi bilmek için yoğun bir çaba da harcamıyorum.

Bu müziği bildiğini sanarak ahkam kesenler bilmediklerini bilmedikleri gibi bilmek için ciddi bir çaba da göstermiyorlar…

O halde aldatmayalım birbirimizi…

Samimiyetinde samimi olmak yani kendi güdük siyasi çıkarlarına alet etmemek kaydıyla kim ne şekilde uğraşıyor, kim ne tarzda icra ediyor ve kim nasıl dinliyorsa dinlesin, müzik ulvi bir iştir.

Herkese değil muhatabına göre bir değer ifade eder…

Müzik söz konusu olunca havas, avam ayrımı geçersizleşir; popülizm onun karakterindendir…

“Kuğu Gölü”ne yüzmeye gitmek gibi bir karikatürün malzemesi olmaktansa, kendi mütevazı sularımızda sessizce yüzmek evladır.

O halde buyurun, “Ayışığı Sonatı”nı, “Kalktı göç eyledi Avşar elleri”ni ve “A vava inou va…”yı, “Delalike Dile Mino”yu gönlümüzce dinleyelim.

13 yıl önce
“Kuğu Gölü”nde yüzmek...
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...