|
İhraç fazlası demokrasi!

Bundan iki yıl önce Tunus"ta başlayan ve Ortadoğu coğrafyasına dalga dalga yayılan özgürlük enerjisinin, İslam toplumlarının gasp edilmiş ortak iradesini yönetime taşıma isteğinden neşet ettiğini düşünmüştüm. Evet, demokrasi "Batı icadı"ydı ve seküler-liberal düşünce sistematiği ve ideolojisinin eşlik etmediği bir demokrasiyi hayal etmek bile zordu. Kapitalizm de dahil olmak üzere bunların tamamının altını birazcık kazıdığınızda aydınlanma felsefesine varırdınız. Aydınlanma felsefesi ise elinize, din düşmanlığı denmeyecekse bile, dini olanın "dünya" dışına itilmesinin tarihini verirdi.

Ama olsundu.

Müslüman toplumlar, "ortak irademizi yönetime yansıtacak bir siyaset türü neden İslam geleneğinden değil diye reddedelim ki?" sorusunun peşine düştüler. Bu yolculukta hayli mesafe de katettiler. Türkiye her 10 yılda bir gelen darbe inkıtalarına rağmen 60 yıldır denemeye devam ediyor; beş bin yıllık tarihin ardından Mısır da ilk kez geçtiğimiz yıl demokrasiyle tanıştı; ama bu tanışıklık görüldüğü üzere çok uzun sürmedi.

Mısır"ın seçilmiş lideri Mursi"yi alaşağı eden darbecileri; önceki gün Kahire"de halkın üzerine ateş açarak 42 kişiyi öldürdüler. Darbeye isyan eden halkın bundan sonra neyle karşılaşacağı, daha kaç kişinin öleceği, bir iç savaşın çıkıp çıkmayacağı meçhul…

Avrupa Birliği ve ABD"nin bu süreçteki yüz kızartan, utanç veren tutumu ise malum. Laiklerin yaptığı askeri darbeyi, seçilmiş İslamcıların demokrasisine tercih etmek gibi varoluşsal bir çelişki içine düştüler. Özellikle Obama"nın darbeye darbe diyememesindeki başat nedenin, Mısır"da ABD"ye ram olmuş darbecilerle bölgede yalnız kalmış İsrail"i koruma-kollama kaygısı olduğu aşikar gibi…

Ama bir de Batı"nın Kalvin, Luther gibi reformistler eliyle yüzyıllar önce evine yani kiliseye göndermiş olduğu dinin; demokrasi yoluyla bu kez İslam olarak; hayatın, kamusal alanın, siyasetin tam göbeğine yerleşen bir "iddia" olarak ortaya çıkmasına karşı alerjik bir reaksiyon oluşturması var ki… Batılıları, kendi doğrularına ihanet eder noktaya getiren şeylerin başında gelen de kanaatimce bu.

Baştan alalım; zira Fransız Devriminin hemen ardından başlayan reform sürecinin, bugün bile yapılan din-sekülarizm tartışmalarını büyük oranda belirlediğini düşünüyorum. Batılılar, gayet zekice bir yöntemle, Hristiyanlık geleneğinden dünyaya yönelik bir çalışma ahlakı çıkararak onu hayatın dışına, Kiliseye göndermeyi başardılar. Kalvin"le anılan bu keskin dönüşüm; bireyin Tanrının şanını dünyada da sürdürebilmek için daha çok çalışması; Tanrıya çalışarak ulaşması mottosuyla rasyonalize edildi. Dünyevi asketizm olarak adlandırılan süreçte, püriten bir hayat yaşayan ve kazandığını bir gösteriş aracı haline getirmemeye çalışan dindar Hristiyan, sadece çalışıp kazandığı ve hiç harcamadığı için sermaye birikti.

Bunun sonucunun ne olduğunu biliyoruz.

Öte yandan Hristiyanlığın yüzü tamamen dünyevi olana dönmüş olan versiyonu sayesinde; arkaik "hristiyanlık" demode oldu. Bugün Avrupa"da insanlara her Pazar kiliseye gitmeleri karşılığında belirli miktar para ödenmesi de, çok muhafazakar ABD"nin dindarlıkla ilişkisinin kilisede evlenmekten öteye geçememesi de bu açıdan enteresandır. Zira sözkonusu olan; insanın kalbine ferahlık veren; bireyi çalışkan kılan ve intihar etmekten koruyan; iyi birer vatandaş olmasını sağlayan, din görünümlü "şey".

Oysa Ortadoğu"da uyanmış olan kitleler; öteden bu yana "terörizm"le özdeşleştirilen İslam"a mensubiyetleri nedeniyle, hep "öngörülemez"di Batı"nın gözünde. Kaldı ki İslam"da da, Hristiyanlıktan ivme alınarak inşa edilen "çalışma ahlakı+dünyevi asketizm+iyi bir kapitalist" formülüne uygun bir öz hiçbir zaman bulunamadı.

Birilerinin yıllardır Erdoğan hükümetini şaibe altında bırakmaya çalışırken kullandığı "Ilımlı İslam" modeli Batılı devletlerin arzu ettiği bir hedef olsa bile; Müslüman halkların iradesinin temsil edildiği demokratik İslam ülkelerinde mümkün olmadı. Sebep hem İslam"ın evcilleştirilemez özü, hem de demokrasiyle tanışan Müslümanların bağımsızlıklarını kollama gayretiydi (Bknz; Mısır ve Türkiye"deki IMF tecrübeleri).

Geriye kala kala, Suudi Arabistan gibi diktatörlükler, seküler ekonomi şebekeleri, sivil ve askeri oligarşiler, monarşiler kaldı…

Sonuç; Batı dünyasının asıl derdinin Ortadoğu"da Batılı devletlerin çıkarlarını kollayacak rejimler olduğu; bunun Türkiye ve Mısır gibi iki örnekte görüldüğü üzere "demokrasi"yle başarılamadığı; çünkü halkın iradesinin iktidarda olduğu ülke liderlerinin kendilerini seçenlere "hesap verme" gibi bir yükümlülüklerinin de bulunduğu anlaşıldı.

Darbeler desteklendi, Ortadoğu"ya götürülecek demokrasi ihraç fazlası olarak elde kaldı. İkiyüzlülükleri de bonusları oldu…

11 yıl önce
İhraç fazlası demokrasi!
Baykal"dan umutluyum..
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile