|
Serra Yılmaz ve bizim mahalle!

Oyuncu Serra Yılmaz, örtülü kadınlar için "öcü" demiş, şöyle söylemiş: "Ben bazen korkuyorum başörtülülerden. Geçen gün hastaneye gittim, içeri girdim simsiyah bir öcü geldi üstüme. Korktum, korkutucu geliyor bana. Ama hiçbir zaman kimseye "Neden başını örttün?" deme hakkını kendimde görmüyorum. Dolayısıyla hiç kimsenin de bana "Sen niye başını açık geziyorsun?" gibi bir şey sorma hakkı yok. Bu konuyu sömürerekten baskıya uğradığını iddia eden arkadaşların haklı olduğunu düşünüyorum ama bunun çok da hayati bir baskı olduğunu düşünmüyorum."

Normal şartlar altında bu kaba, vandal ve yıkıcı dil karşısında konuşmayı gerekli görmezdim. Nitekim bazı Cumhuriyet elitlerinin, bin yıl Batı"da yaşasa da; ayrımcılık yapmaması gerektiğini bilecek bir kültürde yetişmiş olsa da; kanlarına zerkedilmiş Kemalizm"in bir yerlerden pörtlediğini çok gördük…

Serra Yılmaz"daki de büyük ihtimalle Kemalizm"in çok çok eski bir sürümü. Nitekim kendisi uzun yıllar İtalya"da yaşadığı için, ancak 28 Şubat sürecinde başörtülüler için açıktan açığa "öcü" ifadesini kullanmanın moda olduğunu, bugünlerde ise başörtüsü göstereniyle savaşın daha "zarif", daha "sofistike" ve daha "incelikli" yürütüldüğünü bilirdi…

Ama fena olan şu: En küçük insanlık kurallarından bile haberi yokmuş gibi yaparak, nefretini asla saklama ihtiyacı duymadan birilerine kin kusma istihkakının, sadece kendine laik, ateist ya da Cumhuriyet bekçisi diyenlerde olması. Karafatma, öcü, Ninja ve benzeri iğrenç ifadeleri kullanmayı hak telakki edip, sonra da "ifade özgürlüğü" kapsamında saygı beklemenin hep birilerinin uhdesinde bulunması… Hâlâ üstelik…

Bu ve benzeri ifadeleri bir başörtülü kadın, giyim tarzlarını beğenmediği diğer kadınlar için kurduğunda başına gelecekleri az çok tahmin edersiniz sanırım… Sadece linç edilmekle kalmaz, dindar kesimlere saldırmak için birilerinin yedeğinde sakladığı düşmanlığın ateşine de kibriti çakmış olurdu.

Hayır, başörtülüler de aynı nefret çukurunda debelensinler istemem. Çünkü bu dilin ne kendisinin, ne de aksi istikamete çevrilmiş kopyasının kimseye bir hayrının olacağını zannetmiyorum.

Mesele de zaten başörtülü kadınların, Kemalist dil tarafından ya "öcü gibi" görülerek ya da "örtülü ama süslü püslü" denilerek, bulunan her fırsatta ve bulunan her aralıktan sızılmak suretiyle vurulmaya, eksiltilmeye, eleştirilmeye, ayrıştırılmaya çalışılması değil.

Başörtülü kadınlar ne demek istediğimi bilir. Bu, jakoben teyzelerle ilk karşılaşma değil. Örtülü kadınlar bunlara şerbetlidir…

Mesleki ve toplumsal konumlara göre, kâh ikna odalarında, kâh okul kapılarında, devlet dairelerinde, sokaklarda, TV programlarında bu nefretle çok rastlaşıldı. Bazen de sözkonusu örnekte olduğu gibi uzaktan uzağa yılansı bir soğuklukla ortaya atılıvermiş hakaretamiz ifadeler duyuldu, ama karşı tarafın kafaca güdüklüğüne gülündü, geçildi… Yine yapılır, omuz silkilir, üstünden atlanır, geçilir gidilir…

Ama aynı dilin değilse de, aynı bakış açısının muhafazakar mahallede içselleştirildiğini bilmek de var. AK Parti iktidarının 10 yılı devirdiği bugün, AK Partili kurumların bürokratlarının, özellikle "görüntü vermek" üzere düzenledikleri akşam toplantılarına, örtülü çalışanları değil (ayıp olmasın/dikkat çekmesin diye numunelik bir ya da iki kişi belki), "açık"ları götürdüğü gibi bir gerçeklik var… Bugün, muhafazakar mahallede "görüntüsünden utandığı" başörtülü eşini yemeklere götürmemek için bin dereden su getiren işadamları, genel müdürler, üst düzey yöneticilerden müteşekkil bir güruh var…

Bu yazıyı okuyanlar arasında, "AK Parti"nin böylesine güçlü olduğu bir dönemde neler söylüyorsunuz böyle?" diyecekler olabilir, üzülerek söylemeliyim ki bunlar gerçek. Çünkü, giderek sekülerleşen muhafazakar erkeğin algıladığı "modernlik" tarzı da, açık olmak-olmamak mesabesinde… Erkeklerle aynı modernizmin tezgahından geçtiği için, farzdan vazgeçmeyecekse bile, giyim kuşamın her şey anlamına geldiğini acı tecrübelerle fark etmek zorunda bırakılan dindar kadınları, "başörtülüler tesettüre riayet etmiyor, renkli, dikkat çekici giyiniyor" diye en çok eleştirenler de bunlar üstelik.

Bunun Serra Yılmaz"ın açıktan dillendirdiği Kemalist bakış açısından çok büyük bir farkı da yok… Mahcup utangaçlıkla, öfkeli nefretin buluştuğu hedef belli, başörtülü…

Kendi adıma konuşursam; bendeniz de başörtülülerden utanan tayfadan –ama hepsinden- utanıyorum. Kendilerine Allah"tan "sıhhat" diliyor, biraz insafa, biraz da tutarlılığa davet ediyorum…

Bu yazıyı okuyup, "Hükümetin başörtüsü sorununu hala çözmediği" yolunda bendenize hatırlatma yapmak üzere iştihayla klavye başına geçeceklere de bir çift lafım var: Bu yazı siyaset değil, sosyoloji alanını hedefliyor. Muhafazakar-dindar erkekler de, örtülü eşini ve kızlarını Başbakan Erdoğan kadar, gururla yanında taşıyabilecek bir yüreğe sahip olsalardı, bugün çok farklı bir Türkiye"ye bakıyor olabilirdik.

Ne diyelim, -o moda deyimle- aşağılık komplekslerine sağlık…

11 yıl önce
Serra Yılmaz ve bizim mahalle!
Aydın Doğan, son kurşunu atmak için fırsat kolluyor..
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi