Ancak yazının başlığında geçen kovboy ve fıstıkçı kelimelerinin delalet ettiği anlam unutulmuş olabilir. Fıstıkçı kelimesi fıstık ziraatıyla iştigal eden Carter'a atıfta bulunurken kovboy kelimesi de birkaç western filminde rol almış olan Reagan'ı işaret ediyor.
Yazının yayınlandığı tarih aynı zamanda soğuk savaşın tüm canlılığıyla yaşandığı bir dönem... Sovyetler Birliği, o yıla girmeden birkaç gün önce Afganistan'a 100 bin kişilik bir ordu çıkarmış; ABD nezdinde Reagan bu olayı protesto sadedinde, o yıl Moskova'da gerçekleştirilecek olan Olimpiyat yarışlarına dünya ülkelerini boykota çağırıyor. Reagan da, birkaç kuşak sonraki halefi Trump gibi afrası tafrası bol, üstelik ağzı küfürlü bir kişiydi...
Yazı, bu atmosferde kaleme alınmış. Bu yazı halen bizim çapraz ilişkiler adını taşıyan kitabımızda yer alıyor.
Günümüz bağlamında Reagan=Trump, Carter=Clinton olarak okunabilir. İşte o yazı:
Bu satırlar kaleme alındığı sırada henüz ABD başkanlık seçimleri yapılmamıştı. Dünya kamuoyunu meşgul eden belli başlı hususlardan biri de bu yüzden ABD başkanlığına eşeklerin mi, yoksa fillerin mi egemen olacağı konusu idi.
Haftalardan beri gazetelerde yapılan yorumlara bakılırsa bu seçimi eşekler kazanırsa ABD'nin dış politikası şöyle olacak, fiiller kazanırsa böyle olacak kabilinden spekülasyonlara rastlıyoruz. İtiraf edeyim ki, o tür yazılara ilgi duymadım. Sebebi açıktır: ABD'nin dış politikası iktidarı eşeklerin ya da fiillerini gelmesi ile değişebilecek bir husus değildir. Belki yüzeyde ve teferruatta bazı değişiklikler görülebilir. Fakat temel ilişkilerde belli başlı bir değişikliğin vuku bulacağına ihtimal verilmez.
Kaldı ki, ABD'de bir Başkan, başkan seçildiği anda derhal işbaşına getirilmez. En az bir kaç ay süren bir “hizmet içi eğitim”den geçirilir. Yani seçim arifesinde kendi programını açıklayan, ne yapacağını, ne yapmayacağını anlatan, bunları anlatırken de mangalda kül bırakmayan Başkan adaylarına Amerika Birleşik Devletlerinin gerek içyapısının esasları, gerekse ABD'nin dış politikasına hâkim olan belli başlı tayin edici faktörlerin neler olduğu hakkındaki bilgiler inceden inceye belletilir.
ABD'de Başkanlık makamı çok geniş yetkilerle donatılmıştır. ABD'de bu yetkilerle donatılmış olan Başkan, bir bakıma muvakkat bir kral demektir. Ne var ki, Başkan kral hükmünde bile olsa, onu yönlendiren açık gizli bir takım örgütlerin, kuruluşların, menfaat şebekelerinin mevcudiyeti inkâr edilmez bir gerçektir.
Seçimden sonra Başkanlığa Carter değil de, Reagan gelse ne olur? ABD'nin dış politikasında değişiklik mi olur?
Seçim öncesi haberlere bakılırsa Reagan: “Türkiye en iyi müttefiklerimizdendir” demiş ve ilave etmiş: “Sovyetlerin ilerlemesini engelleyecek en önemli güç NATO'dur.”
Peki, Carter, şimdiye kadar bunun aksini mi iddia ediyordu?
Şu sözler de Reagan'ın: “Komünistlerin tek gayesi dünyayı kontrol altına almaktır. Dünyadaki her karışıklığın altında komünizmin parmağı vardır. Türkiye Sovyetlerle sınır komşusudur, bunun örneklerini görmüşsünüzdür.”
Ben kendi payıma Carter'ın ağzından da, bu sözlerin hilafına bir tek kelime işittiğimi hatırlamıyorum. Yıllarca bunlara benzer iddiaları Carter'ın ağzından da işitip durduk.
Reagan, belki henüz detant'ın ne olduğunu bütün boyutlarıyla bilmiyordur. Ama şayet Başkan seçilirse, seçim öncesinde söylediği bu sözlerin dünya kamuoyunu oyalamak için kullanılan bir oyuncak olduğu, sanırım kendisine uygulanacak “hizmet içi eğitim”de iyice öğretilecektir. Bu dediğimiz hususları Reagan'a ya da Carter'a oy veren Amerikalı seçmenlerin de bildiğini sanmıyorum. Onlar da dünyadaki diğer bütün seçmenler gibi, gerçeklere değil sloganlara, imajlara rey verirler çünkü.