|
Vay be, Başbakan Kürdistan dedi!

16 KASIM 2013 tarihi bu ülkenin siyasasında yeni bir dönüm noktasının başlangıcını oluşturuyor.

Konuyu abarttığımı düşünenlerin bulunacağını tahmin etmem zor değil.

Ancak daha dün diyebileceğimiz yakın geçmişimize baktığımızda nereden nereye geldiğimizi görmek, kimilerinin tahayyül sınırını çatlatabilir. Ne ki, insan, bir bakıma da nisyan ile malul olduğundan olan biteni, tüm gerçekliği ile algılayamıyor.

1990"lı yılların başlarında, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel "Kürt realitesinin tanıyacağız" cümlesini ancak bir kere kurabilmişti. Ondan sonra, değil Kürt realitesini tanımayı, Kürt kelimesini bile ağzına almamıştı ya da alamamıştı ya da kapalı kapılar arkasında o cümleyi kurduğuna pişman edilmişti.

Oysa 16 KASIM 2013 tarihinde Diyarbakır"da gerçekleştirilen açık hava mitinginde bu ülkenin Başbakanı, konuğu Mesut Barzani"ye: "Tıpkı babanız, amcanız gibi, kardeşlerinizin toprağına, Diyarbakır"a hoş geldiniz. Sizin şahsınızda Kuzey Irak Kürdistan bölgesindeki kardeşlerimizi de selamlıyoruz." cümlesiyle hoşâmedî yaptığında bu cümle, statükocuların hoşuna gitmedi.

Bu günün statükocusunun ufku Lozan Antlaşması ile kayıtlıdır. Onun tarihi Lozan ile başlar. Ve bu antlaşmanın getirdiği yenilgi psikolojisine ram olur.

Lozan ukdesi, statükocunun zihninde ve moral sferinde onmaz bir yenilgi yarası halinde büyür de büyür... Onda, ülkenin bölüneceğine ilişkin bir paranoya yaratır. Onun kafasında, herkesin Türk olduğu, bütün dillerin Türkçeden türediği, dolayısıyla başka bir dilin varlığına bırakınız hoşgörüyü, onu tanımayı bile içine sindiremeyen bir paranoya yuvalanmıştır.

Kürdistan kelimesinden ürker. Çünkü dünyaya gözünü açtığında ona Kürdistan diye bir coğrafya havzasının var bulunduğu unutturulmuş ya da unutturulmaya çalışılmıştır. O, ezberinin bozulacağından, ezberi bozulduğunda da ülkenin bölüneceği paranoyasından kurtulamaz. Var olan gerçekliği kabul edebilmesi için ille burnunun sürtülmesi gerekir. Daha üç beş yıl öncesine kadar Kürt kelimesini telaffuz etmekten de ürktüğünü unutmuş görünür. Kürt yerine ne diyordu: farklı etnik kökenli yurttaşlarımız! Peki, ya Kürtçe neydi? Böyle bir dil yeryüzünde yoktu! Peki, bu ülkede milyonlarca insanın konuştuğu dil neyin nesiydi? Onlar ne kendilerini biliyordu, ne konuştuğu dilin ne olduğunu...

Üstelik adamımız, siyasetten de anlamadığı için, dört tarafının düşmanlarla çevrili olduğu paranoyası yüzünden çevresini de göremiyor ve bir siyaset geliştirme yoksunluğuna hükümlü duruyordu. İnisiyatif kullanamadığı için, inisiyatif kullanan siyaset erbabı da ona düşman ve hain olarak gözüküyordu.

Evet, değindiğimiz paranoyanın kimilerinin kafasında tüm boyutlarıyla halen yaşanıyor olmasına rağmen, Türkiye, kendi istikbalini kurma yolunda mesafe kat etmeyi sürdürüyor. O gün, o Diyarbakır alanında yalnızca Başbakan Kürdistan demedi; o gün o alanda Kürtçe söylevler de irad edildi.

Türkiye, geleceğini gerçeklere gözünü kapatarak değil Kürt gerçeğini, Kürdistan gerçeğini kabul etmekle, onu kabul ederek kuracaktır. Geleceğin siyasası gerçeği inkârla değil, ona ön almakla inşa edilir.

10 yıl önce
Vay be, Başbakan Kürdistan dedi!
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî