|

Bomboş bir dünyada bir başına yaşıyor olmanın sıkıntısını aklımdan geçirmeye çalışıyordum.

Bu yüzden gecenin bir yarılarında kendimi sokaklara atıyor, boş caddeleri, kenar caddeleri seçerek onları bir baştan ötekine adımlamaya çalışıyordum.

Nasıl bir duygu olabilirdi bu?

Kimse kendi doğal ortamında yaşarken bu duygunun ne menem bir şey olduğunu kestiremez. Çünkü insan en ıssız halinde bile başkalarıyla yan yanadır. Dahası iç içedir.

Ben böyle anların deneyimini geçirmedim değil: bilmediğim bir kentin ortasında yoldaşlarım tarafından dımdızlak ortalarda bırakılmışlığım oldu. Aslında tasarımız o kentte birlikte yaşamaktı. Böyle kararlaştırmıştık. Oysa çok geçmeden ihanete uğradığımı ayrımsadım. Öylesine safdildim ki, beni terk edip giden yoldaşlarımı yolculamaya hazırlanıyordum. Sekreter, birden kolumdan tutarak: Sen nereye gidiyorsun? Diye sordu.

Ben mi?

Elbette, sen.. nereye gidiyorsun?

Onlarla beraber hareket etmeyecek miyim? Diye sordum safça.

Hayır, onlar, Albuquerque''ye gidiyorlar, sen burada, Washington DC''de kalacaksın.

Beynime bir tokmak inse bundan iyiydi.

İşte birden kendimi gerçekten bırakılmış, ihanete uğramış, nankörlük edilmiş biri gibi gördüm. Günlerce, o sevimsiz kentin sokaklarını bir başıma arşınlayıp durdum. Ama bu, gene de dünyada bir başına kalmışlığın resmi değildi.

Bense, dünyada bir başına kalmışlığı yaşadığımı, daha doğrusu yaşamaya hazırlanmakta olduğumu tahayyül etmeye çalışıyordum. O, terk edildiğim kentte, yaşadığım pansiyonda, her şeye rağmen başka insan kardeşlerim vardı: insanlar yaşıyordu orda! Yemekhaneye giriyordum örneğin. Sırada beklerken önümde, arkamda kuyruk oluşturmuş insanlar duruyordu. Yemek masasına oturduğumda, birileri gelip nazikçe ne yemek istediğimi soruyordu. Sonra devam ettiğim programda insanlarla karşılaşıyordum. Gerçi onlarla insani herhangi bir ortaklaşa fenomeni paylaştığımı söyleyemem. Ama onlarla birlikteydim gene de. Bir şeyi paylaşmıyorduk, ama ortak bir şey üzerinde konuşabiliyorduk.

Hayır, benim anlatmak istediğim yalnızlık.. yani dünyaya bir başına fırlatılmış olma hali.. ve bu hali bir başına yaşamaya mecbur, dahası hükümlü olma hali.. bu, beter bir şeydi: bunu tahayyül etmeye çabalıyordum.

Karşısına çıkartıldığım birkaç ayrı yargıç ser verip sır vermiyordu.

Ben ne olacağım sayın yargıcım?

Bilmiyorum. Benim görevim senin ifadeni alıp asıl mahkemeye göndermek. Kararı onlar verecek?

Bi şey çıkar mı bundan, rica ediyorum.. siz daha önce aynı maddeyi defalarca uyguladınız..

Hiç bi şey söyleyemeyiz.. her dava ayrıdır.. ayrı şartları var..

Ama aynı hükmü uygulamıyor musunuz?

Yasa maddesi aynı, ama her defasında farklı sanıklar var karşımızda.. önceden bi şey söylemek imkânsız..

İşte böyle.. kendimi boş caddelere, boş sokaklara vuruyordum.

Boynuma hükmün kemendini geçirmişim gibi duyumsamaya çalışıyordum.

Ne yapardım?

Üzerimde sorumluluğunu taşıdığım insanları nereye, kime emanet edebilirdim?

Çekirdek aileymiş.. hıh! Gör işte çekirdek aileyi… Oysa bizim o, içinde insan kaynayan ailelerimiz var olaydı şimdi, kaygılanacak en ufak bir neden bulunabilir miydi?

Yolumun üstündeki akasya ağaçlarının soysuz gövdelerine çakımla oyuklar çizmek istiyordum. Yürek resimleri, içinden oklar geçirilmiş. Zarflar, telekler, divitler.. bir tutam perçem.. ya da bağrını açmış genç insanlar, gömleğinin yakasını yırtmış, döşünü ileriye, hasmına doğru kabartıp itmiş delikanlılar.. vurun, işte buradayım, hadi beklemeyin, vurun, diye meydan okuyan.. döşü, orada, bir başına, bir yalnızlık ovası halinde..

16 yıl önce
Volta
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî